Küresel İyilik

Bülent Eczacıbaşı ‘İşim Gücüm Budur Benim’ adlı kitabında, iş insanlarının üzerine düşen yeni sorumluluklara odaklanıyor. Kitap, sorunların artık lokal değil küresel olduğundan bahsederken içinde bulunduğumuz bu sürece de atıfta bulunan ilginç bilgilere sahip.

İş adamı Bülent Eczacıbaşı pandemi süreci sonrasındaki küresel değişimden bahsederken çok çarpıcı yorumlar yapıyor: “Çözümü işbirliğinde arayacaklar da olacaktır, yalnızlığı seçenler de… Umarım birliktelik ve yardımlaşma tercihi ağır basar. Pandemi sayesinde  ortak sorunlara, ortak çaba ile çözüm bulunabileceğini yeniden öğreniyoruz. Çünkü, ticaret ve seyahatlerle iç içe geçmiş bir dünyada hiçbir ülke sadece kendini kurtararak gerçek bir çözüm bulamayacak.” Bir süre öne piyasaya çıkan kitabı ‘İşim Gücüm Budur Benim’ yaşadığımız bu sürecin öncesinde, yaklaşan küresel kriz sinyallerini verir nitelikte. Bu ilginç kitabın içeriği eşliğinde, yeni normalde bizi nelerin beklediğini anlatıyor Bülent Eczacıbaşı.

Bülent EczacıbaşıPandemi ile birlikte ‘İşim Gücüm Budur Benim’ adlı kitabınızda sözü edilen bazı  gerçeklerin de daha yakından yaşandığını söyleyebilir miyiz? Örneğin, kitapta  sorunların artık lokal değil küresel olduğundan bahsederken içinde bulunduğumuz sürece de atıfta bulunabiliriz sanırım.

İşim Gücüm Budur kitabında özellikle iş insanlarının  üzerine düşen yeni sorumluluklara odaklanmaya çalıştım. Bu sorumlulukların, her birinin hem yerel, hem de küresel boyutları var. Uluslar ticaret, turizm, spor, kültür ve sanatı da içeren, çok boyutlu; yüksek frekanslı bir iletişim ve etkileşim içinde… Yerel olduğunu düşündüğümüz bir konunun bile uluslararası bir boyutu ile karşılaşabiliyoruz. Sınırlar çizmek, ayrım yapmak bugün pek kolay değil. İçinden geçtiğimiz pandemi döneminden önce de, gelir dağılımı eşitsizliğinin giderek arttığı, iklim değişikliğinin frenlenemediği, doğal yaşamda tahribatın büyüdüğü, popülist liderlerin ve söylemlerinin geniş bir coğrafyada daha fazla karşılık bulduğu bir dünyada yaşıyorduk. Belki bugün bunları daha az konuşuyoruz ancak bu, onların koronavirüs pandemisinden daha az tehlikeli bir salgın oldukları anlamına gelmiyor.

Kitabınızda sürdürülebilirlik sorununa dikkat çekiyorsunuz. Sürdürülebilirlik bu dönemde artık kaçınılmaz mı oldu?

Evet, geldiğimiz noktada iş  insanları artık ne Amerika ne Çin, asıl süper gücün doğa olduğunu biliyorlar. Olağanüstü doğa olaylarına karşı daha tedbirli olmaktan öte seçenekleri bulunmuyor. Tasarrufları eriten, kurumları zayıflatan gereksiz tüketimden ve israftan kaçınmaları gerektiğini de görüyorlar. İnsanlığın sağlık, mutluluk ve refah getirecek ortak bir geleceğe, ancak ortak çaba ve dayanışma ile ulaşabileceğini; bilimin işaret ettiği risklere göz kapatmanın ne kadar büyük tehlikeler getireceğini, çözümleri de bilimin gösterdiği yönde aramaktan başka çaremiz olmadığını anlıyorlar. Bugün değer yaratırken iş insanının, o değerin bütün yaşam döngüsüyle sürdürülebilir bir geleceğin parçası olmasını güvence altına alması gerekiyor. Bunu başarabildiğimiz  ölçüde bulduğumuzdan daha ileri bir ülkeyi ve daha güzel bir dünyayı çocuklarımıza bırakabileceğimize inanıyorum.

İçinden geçtiğimiz bu dönem, yaşananlar, kısıtlamalar, global olarak herkesin aynı sorunu paylaşıyor olması ve gelecekle ilgili pek çok belirsizlik… En temel değişim sizce hangi alanlarda olacak?

Tünelin sonundaki ışığı görmüş değiliz. Henüz virüse karşı ne etkili bir aşı var, ne de etkili bir tedavi yöntemi. Yaşayarak öğrendiğimiz bir sürecin içindeyiz. Dahası, salgının bir kez yaygın olarak yaşanması, bir daha yaşanmayacağı anlamına da gelmiyor. Sürecin hala  dinamik olduğu bugün, en temel değişimin nerede olacağını söylemek kolay değil. Ancak şunu biliyoruz: Gelecek dediğimiz şeyi bizler şekillendiriyoruz. Yaşadığımız olaylara verdiğimiz tepkilerle bunu yapıyoruz… Tüketim tercihlerimizle nelerin üretilmesi gerektiğinin sinyalini veriyoruz. Dolayısıyla, her bireyin yaptığı tercihlerin toplamı, “nasıl bir gelecek” sorusunu yanıtlıyor. Bu salgınla; kendi kendine yetebilen sistemlerin, çevik uygulamaların, katılımcı ve veriye dayanan hızlı karar alma sistemlerinin, kısacası değişime uyum sağlama kabiliyetimizin önemini gördük.