Seyyahların en önemli ortak özelliklerinden biri, anlatmayı sevdikleri kadar yazmayı da sevmeleri. Tarih boyunca da bu hep böyle olmuş. Gerçek bir modern dünya Çelebisi’ni, Saffet Emre Tonguç’u bugüne taşıyan hikayesini konuştuk.
Saffet Emre Tonguç geçmiş zamanı günümüzün tatlı anektodlarıyla harmanlayıp bize anlatan bir hikayeci… 34 yılını verdiği rehberlik mesleğinin çıtasını hep yükselterek ilerlerken ve okunma rekorları kıran seyahat kitapları ve gazete yazılarıyla hatırı sayılır bir seyahat külliyatına da imza atan bir isim. Neredeyse bütün dünyayı gezse de Türkiye, özellikle İstanbul onun için hep vazgeçilmez… Peki bu hikaye nasıl başladı, hangi yollardan günümüze ulaştı? Gelin o anlatsın biz yine dinleyelim…
Sizin İstanbul aşkınız nasıl başladı? Sizce sizi bugünlere getiren kaderin dönemeçleri, hayatınızın önemli anları hangileri?
Her şey 1974’te başladı. Kıbrıs Çıkarması ve pencereleri siyah kağıtlarla kapladığımız o karartma geceleri ile alakası yok. 1974’te Kandilli’ye taşındık. Rum bir doktora ait olağanüstü manzaralı eski konak yıkılmış, bol daireli, sıradan bir apartman inşa edilmişti. Arkada ise 4,5 dönümlük bir koru vardı. 70’ler Boğaz’ın çoğu yerinin betona teslim olmaya başladığı yıllar… Kandilli’nin tek şansı iki sarayın koruları arasındaki vadiye yayılması, o yüzden talandan minimum hasarla kurtuluyor. Bugünün çocuklarıyla kıyaslandığında fazla oyuncağım olmadı. Oyuncağım yoktu ama özgürlüğüm vardı. İlkokulum evin karşısındaydı, zil çaldığında evden çıkardım. Ortaokulu Ortaköy’deki Gazi Osman Paşa’da okudum, eski Fehime Sultan Yalısı’ydı, Tanrı’nın bana bir başka lütfu. Osmanlı’nın görkemi yansırdı derslere, hayallere dalardım o ahşap koridorlarda yürürken. Sonra Ortaköy çok popüler bir yer haline geldi, otopark sıkıntısı baş gösterdi, bir kibrite ve kötü emellere kurban oldu üzelim bina. Ardından Şişli Terakki Lisesi’nde okudum. Okula hiç servisle gitmedim. Gerek yoktu ki. Öğrenci pasom vardı, bütün otobüsler ve gemiler benimdi. Cam kavanozdan seyretmedim dışarıdaki dünyayı, içine girdim hayatın, soludum her şeyi, hissettim, bugünkü gibi steril ve izole değildi o zamanın çocukluğu. Güzelhisar, Kalender, Küçüksu ve Suat vapurları henüz jilet olmamıştı. Halas da Boğaz halkına hizmet ediyordu, İngiliz kraliyet ailesine değil. Her şey modernleşme adına feda edildi, şehrin ve kişilerin geçmişlerine saygı gösterilmeden. Oysa ben çingene ya da dilenci olmaktan çok memnundum o vapurlarda. Beşiktaş’tan Harbiye’ye çıkardım, eski Amerikan otomobillerinden bozma dolmuşlarla.
Peki meslek seçimine sıra geldiğinde nasıl karar verdiniz?
Babam ticaretle uğraşıyordu benim de aile işinin parçası olmamı istiyordu. Ama ben ne ticaretle uğraşacak ne de takım elbisesini giyip sabah – akşam plazaya kapanacak bir tipim. O yüzden istediğim şeyin hem gezmek hem de kendi paramı kazanmak olduğunu biliyordum. Bunun yolunun geçtiğiideal mesleğin de rehberlik olduğuna karar verdim. Beni şöyle cezbetmişti hem sürekli gezmek hem de üzerine bir de para kazanmak. Özgür ruhlu ve hayatı farklılıklara şahit olarak yaşamayı seven bir adamım. İşimi de buna göre seçmem gerektiğini ilk gençlik yıllarımda fark etmiştim ve işte o modern zaman çelebiliği yolculuğu böyle başladı. Boğaziçi Üniversitesi’nde Turizm ve Otel Yöneticiliği okudum. Rehberlik mesleğine adım atmam da üniversite yıllarıma dayanıyor. İngilizcem iyiydi ve o yıllarda yabancı turistlere rehberlik ederek başladım her şeye…