Gastronomi dünyasının Nobel’i olarak adlandırılan Basque Culinary World Prize (BCWP) 2023’ü kazanarak Türkiye’ye taşıyan ilk Şef Ebru Baybara Demir ile bir araya geldik.
Ebru Baybara Demir ile gerçekleştirdiğimiz etkileyici röportajda, sosyal gastronomi alanındaki uzun soluklu kariyerini ve öncü projelerini keşfettik. Göçmen krizinin sosyoekonomik etkilerinden iklim değişikliğinin tarım üzerindeki etkisine kadar geniş bir yelpazede, toplumsal ihtiyaçlara yenilikçi gastronomi çözümleri sunan Sosyal Gastronomi Şefi Demir, Basque Culinary World Prize’da üst üste iki yıl dünyanın en iyi ilk 10 şefi arasına girerek dünya çapında adını duyurmayı başaran çok özel bir isim.
Gastronomi dünyasında kariyerinize başlamadan önceki eğitim sürecinizden bahseder misiniz? Hangi eğitim ve deneyimler sizi bugünkü başarıya taşıdı?
Ben Marmara Üniversitesi Turizm Rehberlik Bölümü mezunuyum. İlk sınıftan itibaren de her zaman sahada çalıştım. İlk iş deneyimim, rotalarda yolları öğrenmek için turistik destinasyonlarda şehirlerarası transfer rehberliğiydi. Ardından oteller konusunda bilgi sahibi olmak için yurt içinde önce ETS Turizm’de ardından başka bir firmanın yurt
dışı operasyonlarında görev aldım. Okulda da aktif bir öğrenciydim. Bunu fark eden hocamın teşviki ve yönlendirmesiyle de henüz okuldan mezun olmadan Rehberler Odası’nda genel sekreter olarak çalışmaya başladım. Mezun olmamın ardından da profesyonel tur rehberi olarak sahada görev aldım. Eğitim hayatım ile bu sürede edindiğim deneyim benim için çok kıymetliydi ve profesyonel hayata başlamadan önce tecrübe kazanmamı sağladı. Ancak kariyerimi bu günlere taşıyan çalışmalara baktığımda merkezinde çözümün bir parçası olma mottosuyla sürekli içinde yaşadığım toplumun ihtiyaçlarına göre kendini yenileyen, olmaz ile karşılaştığında cebindeki B, C, D planlarıyla hareket etmenin etkisini görüyorum ve bu özelliğimi de sanırım aileme en çok da anneme borçluyum. Onların kendi mücadeleleri içerisinde bana kattığı, öğrettiği bakış açısı motivasyonumu tetikliyor.
Sosyal gastronomi hakkında bilgi verebilir misiniz? Bu alana olan tutkunuz nasıl başladı? Sizce Türkiye’de yeterince biliniyor veya önem veriliyor mu?
Sosyal gastronomi, bir tabağın lezzetinden önce o tabağın hazırlanma sürecinde kaç kişinin hayatını değiştirdiği ile ilgilenen gastronominin bir dalı. Gastronominin iyileştirici gücünü kullanarak toplumda yarattığınız değişimlere odaklanıyor. Aslına bakarsanız Cercis Murat Konağı dâhil hayata geçirdiğim birçok çalışmada mutfakta yemek pişirmenin ötesinde bir amaç ve yaratılan bir değişim vardı. Çok uzun yıllar bana hep “en iyi hangi yemeği yaptığımı” ya da “en çok hangisini yapmayı sevdiğimi” sorarlardı. Aslında mutfağı çok sevmeme rağmen hedefim ya da yaptıklarımın sonucu her zaman mutfak duvarlarının dışında etki yaratıyordu. Bunu anlatmaya çalışırdım. İlk kez 2017’de Basque Culinary World Prize’a aday gösterildiğimde sosyal gastronomi konusunda dünyanın en iyi 10 şefi arasına girdim. Ama benim için daha da önemli bir şey olmuştu; ben mesleğimin ve yaptığım işin tanımını bulmuştum. Ben bir sosyal gastronomi şefiydim ve yaptığım iş sosyal gastronomiydi. Sosyal gastronominin ifade ettiği şeylere dair ilk tanımlamaları 1900’lerin başında görsek de günümüzde en yakın tarihler 2000 sonrası karşımıza çıkıyor. Özellikle gıdaya erişimin azalması, iklim değişikliğinin etkisi gıdanın önemini dünya gündeminin ilk sıralarına taşıdı. Dünyada sosyal gastronomi konusunda ciddi oluşumlar var. Basque Culinary Center’ın hükümet politikasının bir devamı olarak düzenlediği bu yarışmanın ötesinde tüm dünyaya yayılmış çalışmaları var. Diğer yandan Social Gastronomy Movement, yine dünyanın farklı yerlerinde sosyal gastronomi konusunda çalışan binlerce şefi ve profesyoneli buluşturuyor. Türkiye’ye baktığımızda ise konu biraz daha bebek adımlarıyla ilerliyor. Bu ödülün Türkiye’de de ciddi bir farkındalık yaratacağına inanıyorum.
‘’Topraktan Toprağa Biyobozunur Atık Yönetimi’’ projeniz oldukça yenilikçi görünüyor. Bu projeden bahsedebilir misiniz?
Aslına bakarsanız geleneksel yöntemler kullanarak toprağı iyileştirme yöntemini uyguluyoruz. Sorgül buğdayı üzerinde çalışmamla beraber çiftçiyle daha çok bir arada olmaya ve toprağın sorunlarını yakından görmeye başladım. Kooperatifle beraber daha çok çiftçiyle bir araya geldim. Toprağın verimsizleşmesi, su tutma oranlarının düşmesi ciddi bir sorun haline gelmişti. Bu da daha çok su tüketimi ve daha eforlu bir ekim uygulaması gerektirmeye başlamıştı. Bunun üzerine konuyu araştırmaya başladık. Kompostun toprağın canlanması ve su tutma kapasitesinin arttırılması için çok önemli olduğunu öğrendik. Bu konuda ciddi bir akademik destek de aldık. Ardından Diyarbakır Kayapınar Belediyesi ile görüşerek ilk pilot uygulamaya burada başladık. Pazar yerlerinde ortaya çıkan sebze meyveden oluşan biyobozunur gıda atığının, pazar yeri temizlenirken ayrıştırılarak komposta dönüştürülüp kullanılmasıyla toprağın iyileştirilmesini, çiftçiye destek olmayı ve sağlıklı gıda üretimine katkı sağlamayı içeren rejeneratif (onarıcı) tarım projesidir. Şu anda 4.000’e yakın gönüllü ve 6 akademisyenin desteğiyle 13 ilde 54 belediyede, İstanbul Uluslararası Havalimanı’nda ve KKTC’de uygulanıyor. İlk etapta 16.000 ton biyobozunur atıktan 4.000 ton kompost elde edildi ve çiftçilere ücretsiz dağıtıldı.
Kurucuları arasında yer aldığınız ‘’Topraktan Tabağa Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’’ tarafından gerçekleştirilen Mezopotamya’nın en eski buğdaylarından Sorgül Buğdayı’nın çoğaltımı gibi tarımsal projeler, yerel ürünlerin ve kültürün korunmasına nasıl katkılar sağlıyor?
Bir şehrin turizm dinamiklerinden biri gastronomi ise yerel ürün şehrin markasıdır. Geleneksel yöntemler ile çoğaltımına devam ettiğimiz Sorgül projesi, geleneğin korunması ve sağlıklı gıdanın geleceğe taşınması noktasında çok önemli. Ancak yerel lezzetlerin yerinde tüketilmesine katkı sağlayan bu tip uygulamalar gastronomi anlamında da büyük önem taşıyor.
Gastronomi dünyasının Nobel’i olarak adlandırılan Basque Culinary World Prize 2023’ü kazanmak nasıl bir duygu? Türkiye’ye bu prestijli ödülü getiren ilk şef olmanın anlamı nedir sizin için?