Trabzon kıyılarından başlayıp Rize’nin dağ köylerine uzanan yaklaşık 300 kilometrelik yolculukla Doğu Karadeniz’in en güzel mekânlarını, çarşılarını, sofralarını ve yaylalarını keşfedebilirsiniz.
Uçağım Trabzon’a doğru alçalmaya başladığında Karadeniz’in uçsuz bucaksız maviliğinin üzerinde beyaz kanatlı dev bir kuş gibi süzülüyoruz. Bir an önce ayaklarımı yere basıp neşemi şehre saçmak gibi sabırsızlanıyorum. Şanslıyım, çünkü Trabzon’da şahane bir havayla karşılanıyorum. Havalimanından otomobil kiralayıp şehre doğru ilerledikçe güneşin parlak ışıkları, mevsimin renklerini iyice belirginleştiriyor. Havalimanından şehir merkezine ulaşmam ise yarım saat bile sürmüyor.
ÇARŞI ÇARŞI İÇİNDE
Boztepe’ye doğru teras teras yükselen güzel sahil kenti Trabzon, Karadeniz’e doğru uzanan dev bir tırabzana benziyor. Tarihi boyunca hareketli bir liman şehri olan Trabzon’da âdeta çarşı çarşı içine geçmiş. Kemeraltı Çarşısı’nda kazaz ve telkari gibi gümüş işlerinin yanı sıra, altın hasır bilezikten bakır eşyalara kadar neler neler yok ki? Zengin çeşitlilik, Uzun Sokak’taki dükkânlarda da devam ediyor. Yerel ürünlerle dolup taşmış çarşıların arasından geçip sokak aralarında kaybolmayı, yani bir şehri keşfetmenin en iyi yollarından birini deniyorum. Biraz ileride karşılaştığım Trabzon Kalesi, düzenlemelerle yeni bir çehreye kavuşturulmuş. Bana gore Surlar Bölgesi’nin en heyecan verici noktası olan Ortahisar Mahallesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın doğup büyüdüğü yer olarak biliniyor. Burada bulu-nan tarihi yapıların restore edilmesiyle âdeta büyük bir kültür adasına dönüşen bu eski yerleşim, sivil Osmanlı mimarisinin özgün örneklerini barındırıyor. Civarda birbirinden keyifli kahvehanelere rastlıyorum. Biraz ilerideki Zağnos Köprüsü’nün üzerinde takım elbiseleri ve köstekli saatleriyle gezinen Trabzon beyefendileri, mahallede yeniden filizlenen geçmişteki hayatın ipuçlarını veriyor. Bir sonraki durağım olan Atatürk Köşkü, Trabzon’un en güzel Art Nouveau yapılarından birinde, Soğuksu sırtlarındaki zevkli bir bahçenin içinde yükseliyor. Sağlığında Trabzon’u üç kez ziyaret eden Gazi Mustafa Kemal’in bu binada konakladığı ve vasiyetini yazdığı biliniyor. Büyük önder Atatürk’ü saygıyla andıktan sonra şehrin Ayasofya, Cephanelik
ve Trabzon Müzesi gibi klasiklerini gezmelisiniz. “Akçaabat sahilinde köfte ziyafeti çektikten sonra, biraz da şehrin çevresini keşfedin” derim. Renk renk tekneler, denize ağ atan balıkçılar ve dalga sesleri eşliğinde sahil boyu uzanırken zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Günün sonunda Faroz’da gün batımının göz alıcı renklerine dalıp gitmişken şahane bir gün geçirdiğinizi hissedeceksiniz. Tıpkı benim gibi…
KARADAĞ’IN KALBİNDE
Trabzon’dan Zigana dağlarına doğru giderek gürleşen ormanlar eşliğinde uzanan yol, 29’uncu kilometrede Maçka’ya ulaşıyor. Şehir merkezinden itibaren çok katlı binalar yerini irili ufaklı köylere, mısır ve fasulye bahçelerine bırakıyor. Maçka yakınlarındaki manzara ise bambaşka bir hal alıyor: Yıldızlı oteller, renk renk pazar tezgâhları, şık lokantalar ve kır kahveleri…
Yöreye hayat veren Coşandere’nin gürül gürül çağlayan suları, bölgenin hazinelerinden biri olan Sumela Manastırı’nı işaret ediyor. Yol üzerinde sıralanan kır lokantaları, yerel lezzetler sunan birer ziyafet mekânı. Sumela’nın eteklerindeki otopark alanına otomobilimi bıraktıktan sonra, manastıra uzanan yaklaşık 500 metrelik yürüyüş yolunu tırmanmaya başlıyo-rum. Gökyüzüne asılmış bulutların arasında belli belirsiz seçilen Sumela Manastırı, Karadağ’ın içine oyulmuş gerçeküstü bir şatoyu andırıyor. 5’inci yüzyılda iki rahibin Meryem Ana’nın mezarının bulunduğuna inandıkları Altındere Vadisi’ne inşa ettirdiği manastır, bin küsur yıl boyunca büyütülerek bugünkü haline kavuşmuş. Önde peş peşe sıralanmış beş büyük bina ile arkasına gizlenmiş yüz kadar irili ufaklı konuttan oluşan manastır, göz kararı birkaç bin kişinin yaşayabileceği büyüklükte.