Yıllardır caddeleri, binaları, tünelleri, metroları dev panolarıyla güzelleştiren ünlü heykeltıraş ve cam-seramik sanatçısı Cahide Erel’in tüm eserlerinde, yaşadığımız toprağın izleri var. Sanatçı, geçmiş ile gelecek arasına ilmek atan kimliğinin yanı sıra yemek yolculuğunu da sanat ile birleştiren biri…
UNESCO’nun Paris’teki merkezinde düzenlenen ‘Kadının Sürdürülebilir Kalkınmadaki Rolü’ temalı sergide ‘Anadolu Ana Tanrıçaları Sıfır Noktasında’ eseriyle yer alan sanatçı Cahide Erel, Türkiye’de ve yurt dışında birçok noktada anıtları ve eserleriyle adından söz ettiriyor. Sanatın, yaşamın içindeki her noktacık ve zerreciği yaratabilme gücünde yattığını söyleyen ünlü sanatçı Cahide Erel ile sanattan yemeğe sohbet ettik.
Dev panolarınızla oldukça tanınıyorsunuz. Sanat yolculuğunuz nasıl başladı?
Sanat yaşantım İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin sınavını kazanmamla başladı. 1980 yılında bütün eğitimim matematik üzerine kurulu olmasına rağmen, hayat bir şekilde beni Güzel Sanatlar Akademisi ile karşılaştırdı. İlk girişimde sınavda büyük bir başarı kazanmıştım. Bu akademide çok olası bir durum değildir, beş aşamalı çok zor bir sınav vardır ama kader bence o zamanlardan ne yapacağını biliyordu. Böylelikle sanat yolculuğum başlamış oldu. Ben önce akademinin seramik ve cam bölümünü yüksek lisans düzeyinde bitirdim, daha sonra ise İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünde eğitim gördüm. Akademi’deki ve İstanbul Üniversitesi’ndeki eğitimim boyunca gene bir tesadüf sonucu ünlü mimarlarla çalışma olanağı yakaladım. Hatta öğrenciliğim boyunca bu mimarların yanında saat ücretiyle çalışarak paramı kazandım. 1986 yılında ise eğitimimi tamamlayıp atölyemi kurdum. Hedefim tamamen büyük seramik duvar panoları yapmak oldu. Dolayısıyla mimari projelerde çalışmam gerekiyordu ve böyle de oldu. Beş yıldızlı otellerde, holding binalarında, devletin kamu binalarında büyük seramik panolar yapmaya başladım. Çok fazla mimari projede çalıştığım için de mimar olarak adlandırıldım ancak ben mimar değilim. Bir mimari projenin başlangıcından itibaren sanat projelerini geliştirdiğim için bu şekilde anıldım.
Sanat sizin için ne ifade ediyor? Sizin için yaratım nasıl başlıyor?
Bana göre sanat yaşadığımız bu somut dünyada edindiğimiz tecrübelerle soyut düşünceler üretebilen ve bu soyut düşünceleri tekrar somut nesnelere dönüştürebilen bir olgudur. Yani biz ne kadar tecrübe yaşadıysak, bu tecrübelerin ne kadarını algılayabildiysek, derinliğimizi ne kadar arttırdıysak ne kadar farkındaysak, ne kadar gördüysek, ne kadar okuduysak ve içselleştirebildiysek o kadar çok soyut düşünce üretebiliriz. Bu soyut düşünceleri de nesneye dönüştürebilme yeteneğimiz varsa sanatçı oluruz. Daha bitmedi, bir tur daha atıyoruz. Nesneye çevirdiğimiz bu soyut düşünceleri, o nesne üzerinden yeniden soyut dünyamızda algılayıp, onu da nesneye çeviriyoruz. Yani sanat üstün bir zihinsel faaliyetin neticesi oluyor. Bence bu bir yol, bu yolda her gün yeni bir fikir ve ürün yapıyorum. Yeni bir deneyim başarıyorum, başardığımı zannettiğim şeyleri yeniden başarıyorum, yeniden başarıyorum. Kendi yolumu, kendi deneyimlerimi gerçekleştiriyorum.
Matematiğe özel bir ilginiz olduğunu biliyoruz. Matematik tutkunuzun yaratım sürecinize ve sanatınıza nasıl bir katkısı oluyor?
Matematiğin hayatımda hep çok özel bir yeri oldu. Çocukluğumdan beri matematikle ilgili çok çalıştım, özel dersler aldım. Çok şanslıydım, daha lisedeyken yüksek matematik öğrenme şansım oldu. Bu beni sanat hayatına hazırlayan en büyük faktörlerden biridir. Bütün algılamam, her şeyi üç boyutlu görebilmem, oran orantı, analitik düşünce şekli işte hep bu matematik bilgim ve çok konuşulmayan felsefeye olan düşkünlüğümle bağlantılı oldu. Her şeyin özü, başı-sonu, içeriği yani bir sapanın iki ayağı gibi olmazsa olmazı matematik ve felsefe.