Anadolu’nun Nadide Alanları

Ormanlar, bizim de dâhil olduğumuz yaşamsal ekosistemin en önemli parçası. Onu korumanın ilk adımı, ülkemizin doğasını tanımaktan geçiyor. İşte Türkiye’nin koruma öncelikli doğal alanlarından seçmeler…

Çeyrek asırlık çevreci bir seyahat yazarından doğa aktivisti bir yeşil seyahat yazarına dönüşmem için geçtiğimiz yaz yaşanan sekiz günlük Büyük Marmaris Yangını’nın ortasında yer almam gerekti. Fizik profesöründen orman köylüsüne, endüstriyel tasarımcısından lise öğrencisine dek müthiş bir halk dayanışmasının da katkısıyla söndürülen yangınlar, on binlerce hektar ormanlık alanı küle çevirse de bizler umutluyuz. Yanan ya da zarar gören alanlarımızı, el birliği ile yeniden yeşerteceğiz. Boğaziçi Üniversitesi İklim Politikaları Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz’ın söylediği gibi artık bütün yaşam stillerimizi iklim değişikliğine göre ayarlamak zorundayız. İklim krizi, tartışmasız biçimde insan kaynaklıdır. Onu iyileştirmek de bizlere düşüyor. İçinde bulunduğumuz durum, sandığımızdan çok daha ciddi. UNICEF’in yayınladığı güncel rapora göre yeryüzündeki 2,2 milyar çocuğun neredeyse yarısı, iklim krizi ve çevre kirliliğine karşı son derece yüksek risk altında. Peki ne yapmalıyız? “Bir ağacı sevmekle başlayacak her şey” diyerek ülkemizin nadide doğasını keşfetmek üzere yola çıkıyoruz.

AVRUPA’NIN EN YAŞLI ORMANINDA Koruma öncelikli doğal alanlar ağı PAN Parks üyesi Türkiye’deki tek, Avrupa’daki 13 yerden biri olan Küre Dağları, koynunda muhteşem güzellikler saklıyor. Karadeniz’in batısında nazlı bir gelin başı gibi uzanan Küre Dağları, büyüleyici doğası, kütük evleri, tarihi yapıları ve konuksever insanıyla yol tutkunlarını şaşırtmaya devam ediyor. Bu göz alıcı renkler diyarına yaklaştıkça karşımızda uzanan dağların yeşili giderek koyulaşıyor. Ihlamur, çam, meşe, köknar, kayın, şimşir ve dağ kavaklarının çevrelediği geniş çayırlık alanlar, deniz seviyesinden yaklaşık 900 metre yükseklikte. Avrupa’nın en yaşlı doğal ormanlarının yer aldığı Küre Dağları Millî Parkı, nadir bulunan bitki ve hayvan türleriyle dünyada koruma öncelikli 100 özel alandan biri. Bol yağış ve akarsuyun yarattığı nemli hava, bölgede özgün bir eko-sistem yaratmış. Çınar, kızılağaç, ılgın ve şimşir ağaçlarından oluşan sık ormanda, dalların ve yaprakların arasından birdenbire karşımıza çıkıveriyor gürüldeyen sular… Horma Kanyonu’nun yalçın kayalıkları arasında kendi yolunu çizen sular, 15 metre yükseklikten küçük bir göle dökülüyor. Âdeta tropik yağmur ormanlarını andıran cangılın sürprizlerinden biri olan Horma Kanyonu’nda, toprağın ve suyun yüz binlerce yıllık öyküsünü ilk ağızdan dinleyebilir ya da gölün yamaçlarında, devleşmiş ağaçların ve köklerin izin verdiği minik setlerde uzanıp doğanın huzur dolu şarkısına kulak verebilirsiniz. Gezi listemizde sırada, Valla Kanyonu var. Devrekani Çayı ile Kanlıçay’ın buluştuğu noktada başlayan kanyon, Cide’ye doğru yaklaşık 12 kilometre uzanıp Hamitli köyü yakınlarında sona eriyor. 800 – 1200 metrelik kaya duvarları arasında uzanan kanyonu, uygun donanım olmaksızın geçmek mümkün değil. Çevredeki yürüyüşler, bu nedenle kanyon girişi yakınında son buluyor. Bizim de kanyon girişine kadar yarım saatlik, sonra kanyonda 1,5 saatlik ve dönüş için de bir o kadar yolumuz var. Doğrusu, sadece Valla Kanyonu gezisi için bile bir gün ayırmak gerek. Ama Anadolu’da daha gezilecek öyle çok yer var ki…

MUTLU AĞAÇLAR

Kent yaşamına dair ne varsa her şeyi ardımızda bırakıp, Doğu Karadeniz’in serin ve oksijen yüklü havasına doğru uçuyoruz. Hayattan birkaç gün de olsa ödünç alıp Ordu’dan Giresun’a, Trabzon’dan Rize’ye ve Artvin’e yörenin başı bulutlarda yaylalarına… Uçağımız Ordu – Giresun Havalimanı’na doğru yavaş yavaş pistten havalanırken, “gitmek ne güzel!” diye geçiriyorum içimden. Yolculukları seviyorum. En çok da bedenimi ve ruhumu serinleten seyahatleri… Bu kez sonbaharı Doğu Karadeniz’de karşılamak istiyorum. Denizin her zamankinden mavi olduğu, renklerin belirginleşip yüzlerin gülümsediği, günlerin daha uzun sürdüğü coğrafyada… Doğanın tüm güzelliklerini alabildiğine kucaklamak için… Artvin yolunda, yıllar önce kendisiyle Anadolu’nun renkleri üzerine röportaj yaptığım gazeteci Coşkun Aral’ın sözlerini anımsıyorum: “Artvin’de bir tarafta kar yağarken, öbür yanda güneşin doğanın tüm renklerini ortaya çıkardığına tanık olabilirsiniz. Açıkçası buranın muhteşem doğası ve tozsuz yeşili beni çok cezbediyor.” Gerçekten de Artvin’de yemyeşil tepeler, keskin vadiler ve dağ yamaçları arasında gezindikçe ona hak vermeden edemiyorum… Kaçkar Dağları’nın el değmemiş doğasına sığınan Artvin, ormanlarla çevirili yaylaları, el değmemiş dağ gölleri ve tarihi Gürcü kiliseleriyle Doğu Karadeniz’in en uzak ve sürprizli köşesi. Göğe komşu topraklarda
“mutlu ağaçların” peşine düşüyorum.

Artvinliler, “eğer mutlu ağaçlar görmek istiyorsan, onlar Kafkasör’de yaşıyor.” der. Ben de onların sözüne uyup soluğu, bu yaylada alıyorum. Şehir merkezine sadece beş kilometre mesafedeki Kafkasör Yaylası, her yıl haziran ayı sonunda yapılan boğa güreşleriyle ünlü. Çam, köknar ve ladin ağaçlarıyla çevrili geniş bir alana yayılan yayla, denizden yaklaşık bin 250 metre yükseklikte. Artvin’in “yeşil şemsiyesi” olarak da adlandırılan yayla, kentin su kaynaklarının önemli bir bölümüne sahip. Ormanlık yamaçlarında yöresel yemeklerin sunulduğu kır lokantaları ve konaklama tesisleri bulunan yayla, sadece mutlu ağaçlarıyla değil; mutlu insanları, kuşları, çiçekleri ve kelebekleriyle sizleri bekliyor. Tıpkı diğer Doğu Karadeniz yaylalarında olduğu gibi…

ANTİK KARİA’NIN İZİNDE

Doğal güzelliklerden bahsedip Ege’ye uzanmamak olmaz. Tam da bu düşünceyle “Biraz gezip, sonbahar havası alalım!” dedik ve taktık sırt çantalarımızı sırtlarımıza, çıktık yola… Bodrum Havalimanı’na sadece 5-6 kilometre uzaklıktaki Milas – Ören Yolu’ndan Çamköy yönüne dönerek Uyku Vadisi’ne açılan dere içine ulaşıyoruz. Muğla’nın Milas ilçesi sınırları içerisinde yer alan bu eko-turizm bölgesi, geliştirilmekte olan temalı park projesi kapsamında koruma altına alınmış. Eski adı Mylasa olan Milas, Antik Çağ’da Halikarnassos ve Afrodisias ile birlikte Karia Uygarlığının üç büyük kentinden biri olmuş. Arkeoloji dünyasında yüzyılın keşfi olarak nitelendirilen Hekatomnos Mezarı buluntusu ile gündeme gelen Milas’a 15 kilometre mesafedeki Uyku Vadisi ise 10 yıl kadar önce turizme açılmış. Yaz aylarında 45 santigrat dereceye ulaşan hava sıcaklıklarında yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olan vadi, asıl tanınırlığını Karia Yolu’na borçlu. Yunus Özdemir, Altay Özcan ve Dean Livesley adında dört Anadolu aşığının dört yılda işaretleyip kitaplaştırdığı Karia Yolu, bugün Carian Trail adıyla dünyanın en iyi yürüyüş rotaları arasında yer alıyor. Bu rotanın en huzurlu köşelerinden biri ise şu an kıyısında olduğumuz Uyku Vadisi. Peki buraya neden bu isim verilmiş? Rivayete göre Osmanlı’nın son zamanlarında bölgede varlıklı Yahudi köylüler yaşarmış. Bunu öğrenen bir grup eşkıya, bölgeye gelip zenginlerin evlerini soymuşlar. Mağdur köylüler, hemen kolluk kuvvetlerinden yardım istemişler. Zabitler, eşkıyaların peşine takılmış ve zorlu bir kovalamaca başlamış. Günler süren koşuşturmacanın sonunda zabitler, heybetli bir ağacın altında yatan eşkıyaları fark edip, onları kıskıvrak yakalamışlar. Eşkıyaların rahatlığı ve ulu orta serilip yatmaları zabitleri çok şaşırtmış. Eşkıyalara yakalanmaktan neden korkmadıklarını sormadan edememişler. Haydutlar, son derece pişkin bir tavırla, “Bu cennete gelip de tatlı bir uykuya dalmamak ne mümkün?” diye yanıt vermişler.