Mimarlığı, özgürlük alanlarının kesiştiği bir nokta olarak değerlendiren Durmus Dilekci Architects (DDA) kurucusu Mimar Durmuş Dilekci, akademinin araştırmacı dünyasıyla, mimarlığın aktif hayatı arasında, uluslararası ödüllü projelere imza atıyor.
Durmus Dilekci Architects (DDA), Mimar Durmuş Dilekci tarafından İstanbul merkezli bir mimarlık firması olarak kurulmuş. Odağında mimarlık, sanat ve tasarımın her alanının yer aldığı DDA’nın ulusal veya uluslararası ödüllere değer görülmüş birçok projesi bulunuyor. Türkiye’nin farklı üniversitelerinde konuk öğretim görevlisi olarak da görev alan Mimar Durmuş Dilekci, DDA ekibiyle kamusal, özel ve yatırım sektörlerinde, kent ve mimari konularında geniş perspektiften bakan, bilgi birikim zenginliğiyle farklılığını ortaya koyuyor.
Mimarlık mesleğini seçmenizdeki etkenler nelerdi? Durmus Dilekci Architects (DDA) nasıl kuruldu?
Hayata anlam katan, çevremizi güzelleştiren, tasarımlar, keşifler hep ilgi alanımdaydı. Ancak mimarlık, barındırdığı potansiyellerle dünyaya, tarihe, topluma, kültüre bir şey eklemenin verdiği heyecanla önde yer alıyordu. Mesleğini gezerken, görürken, okurken, hayatı deneyimlerken zenginleştirebilirsin. Mimarlık da benim için hayata lezzetler katan, özgürlük alanlarının kesiştiği bir noktada olduğundan değerliydi.
Mimarlık eğitimine ilk başladığım yıllarda kavradığım en önemli şey, mimarlığa etki eden faktörleri, mimarlığın içinde değil dışında aramak gerektiğiydi. Mimarlığın beslendiği kanallardan sanat, spor, teknoloji, edebiyat, sinema, müzik, gastronomi, seyahat, siyaset gibi bizi besleyen kanallardan bahsediyorum. Duyularımızı doyuran, görme bilincimizi geliştiren, kavrayışımızı zenginleştiren, bir meslek nasıl daha güzel olabilir ki? Diğer bir faktör de benim okuduğum yıllardaki OMA, Jean Nouvel, Mvrdv, Tchumi, UNStudio, Zaha Hadid, Libeskind in modernizme gibi grupların tamamen yeni bakış açısıyla mimarlığa getirmeye çalıştıkları soluktu. Bu grupların yeni bakışla ilgili yazıları, makaleleri, kitapları bizler için bulunmazdı. İnternetin ilk zamanlarında sınırlı da olsa kitaplara, dergilere ulaşabilme şansımız vardı. Üstüne düşünülen kavramlar ufkumda önemli kapılar açtı. Hayatta karşınıza çıkan herkes, her kitap, gördüğün, algıladığın her şey başka bir dünyaya açılan kapıdır. Yeter ki doğru zamanda doğru şeyle karşılaş ve bırak o seni dönüştürsün. 1988 de başlayan eğitimimin devamındaki mesleki hayatım ve 2003 yılında ofisimi kurarken ki düşüncelerim de bu bakış açısının üstüne eklemlenir.
Mimarlığa bakışınızın odağında ne var?
Soruya şöyle bir soruyla cevap verebilirim. Nasıl bir mimarız, metafor olarak akvaryumdaki balık gibi mi? Akvaryumdaki mimar metaforu belli kabuller oluşturup kendi akvaryumunu yaratan mimardır. Kabuğunu kırarsa varoluşunu kaybedeceğini düşünür. Halbuki bizler sıradanlıkla başa çıkmak zorundayız. Söylemeliyim ki sıradanlık, konfor alanı, yani
kendi akvaryumunuzu yaratandır. Bunu kırmakla işe başlamak lazım. Mimari dikkate değer olmalı, sadece yüzeyle değil, formun öz ile birlikte oluşturduğu sinerjiyle ilgili bir takım oyunu. Kurallarına baktığında futbola çok benzer ama bu sıradan oyunu, ancak yetenekli futbolcular oyunun kurallarını bozarak, kendi oyununu oynayarak seyredilebilir, eğlenceli, keyifli hale getirebilir. Çünkü o futbolu, kendi tarzıyla oynar, yeni potansiyelleri keşfeder. Bir bakıma plan düzleminde kutsanan grid veya her ne varsa, bir mekan algısında kaybolur ama algısal bütünlük devam eder. Buna ana prensibi zihnin kendi kendisini algıladığı şeylerde bir bütün görmeye organize etmesi olan Gestalt psikolojisi diyebiliriz. İnsan zihninin algı sistemi, gerçekliği oluşturan parçalardan bağımsız bir bütünlüğe sahip olduğu algısını oluşturur. Gestalt psikoloğu Kurt Koffka’nın ünlü söylemi şu şekilde: “Bütün, kendisini oluşturan parçaların bir araya gelmesinden farklı bir şeydir.” Hacim tasarımına duygular, hisler, algılar hükmeder. Yani mimarlığın konuşula gelen sınırlarını genişletmek, yeni mekansal tecrübeler için denemeler yapmak gerekli.
Mimaride yeni fikirler üretmede neredeyiz?
Yapı üretmede çok hızlıyken, yeni fikirler üretmede çok yavaşız. Yapının yağmur, kar, rüzgâr, korozyon gibi fiziksel koşullara karşı geliştirilmiş sabit çözümleri var. Elbette bunlar çok önemli, ancak bunların da zihinlerde yarattığı sansürün üstesinden gelinmeli. Mesela gün ışığı sabah güzel beyaz duvarımızı yalasın diye açtığımız her bir pencere, bu matematiksel formüle hesap verirken, ışığın duygularımızda yarattığı etki, esasında mimarinin kendisidir. Form, malzeme ve ışık ise bu düşünceleri, şiirsel ve estetik olarak destekler. Mimarinin ruha dokunan tarafı, daha çok duygularımızda uyandırdıklarıdır ki duygular sıfatlarla ifade edilir. 25 yıllık mimari kariyerim boyunca farklı ölçek ve konuda birçok proje yaptık. Kazanılmış tecrübeleri geliştirerek, yeni alanları keşfetmek için çalışıyoruz diyebilirim. Az ve nitelikli üretmeyi değerli buluyorum ama bulunduğumuz ortam, şimdiye kadar olmadığı hızda, bir o kadar da sığ bir düzlemde ilerliyor. Oysa mimarlık, gerçekte mimar parçası olmayı istese de, istemese de toplumları dolaylı olarak eğitici bir rol üstlenir. Bulunduğu yer ve şehir için önemli bir rolü vardır. Çünkü kültürel bir uygulama, kültürün de parçası olur. Ben kurulan bu iletişimi önemsiyorum.