Tiyatro ve dizi oyunculuğu yapıyor, şiir yazıyor, Sadri Alışık Kültür Merkezi’nde eğitmenlik misyonunu sürdürüyor… Kerem Alışık her anını çalışarak geçiren ‘çalışmak benim soluğum’ diyen çok özel bir insan. Güçlü hayat enerjisini ve onun yansıması olan projelerini konuştuk.
Her sözü bir şiir gibi… O kadar anlamlı ve güzel konuşuyor ki yanında zaman nasıl geçiyor anlayamıyoruz. Kalbinin güzelliği bakışlarına yansımış, sohbet ederken insanı alıp götürüyor başka diyarlara, sanki bir filmin repliğini okuyor gibi… Kerem Alışık, gerçekten kalplere dokunmayı iyi biliyor. Çünkü onun on parmağında on marifet var; şair, oyuncu, eğitmen ve en önemlisi de hayatı çözmüş bilge bir adam…
Sadri Alışık’ın ve Çolpan İlhan’ın oğlu, Attila İlhan’ın yeğeni olmak nasıl bir duygu?
Çok büyük bir sorumluluk… İnsanın hayata karşı ödevi yaşamak, böyle topluma mal olmuş bir ailenin içinde sağlam kalmayı başarmak ve kendini kanıtlamak; iki defa yaşamak gibi. Ben hemen her dönemde sanki ateşten bir buluttum, mısra mısra her bahçeden kovuldum… Ama bu aileye ait olmanın zorluğunu, gene bu aileden kolaya çevirmeyi öğrendim. Felsefem şuydu; tıpkı Mevlana’nın söylediği gibi “Direnmek yaşamaktır.’’ Savaşmayı, direnmeyi ve mücadele etmeyi bana ailem öğretti. Kendime de haksızlık etmeyeyim. Şans insana bütün nimetleri verse de, gene de insana onu tadacak burun gerekir. Kötücül, kıskanç, sadece dünyaya gelme şansından dolayı kem gözle bakan zihniyete karşı (ki bugün de bunlarla karşılaşmaktayım zaman zaman da olsa) zorlu süreçlerim oldu. Şöyle bir örnek vereyim çocukken bile okulda iyi not aldığımda “e tabii Sadri Alışık’la Çolpan İlhan’ın oğlu, onun için iyi not veriyorlar’’ deniyordu. Ama sanat insanı onarır, tedavi eder, iyileştirir. Sanata sarıldığınız zaman bütün bu zorlukları daha kolay atlatabilirsiniz. Ben de öyle yaptım.
Tiyatro ve dizi oyunculuğu yapıyorsunuz, şiir yazıyorsunuz, bir de Sadri Alışık Kültür Merkezi’nde eğitmenlik göreviniz var. Bu kadar enerjiyi nereden buluyorsunuz?
Çehov’un “Vanya Dayı”sında, Sonya’nın dediği gibi “Yaşayacağız Vanya Dayı” yaşayacağız… Bizi çalışmak kurtarır. Ben hep buna inandım. Zaten benim yaşamaktan anladığım üretmek, çalışmak ve yorulmak… Bunlar tamamlandığında yaşadığımı anlıyorum. Bunlar olmadığında yaşamak nefes alıp vermek oluyor ki onu, hayatı yaşamak değil hayatta bulunmak olarak adlandırıyorum. Yaratıcılığımızı kullanmadığımız, azmimizi göstermediğimiz, emeğimizi, çabamızı, terimizi akıtmadığımız zaman da hayatı yaşayan biri değiliz. Doğru anahtarla her şeyi açarsınız. Yanlış anahtarla da hiçbir şeyi. İşin inceliği anahtarı oluşturmak. Hayata bu şekilde bakıyor ve bu doğrultuda yaşamaya çalışıyorum. Gelen her fırtına hayatınızı ve yolunuzu bozmak için gelmez, bazıları yolunuzu açmak içindir. Ben şu anda yaşadığım başarıyı ve mutluluğu belki de mesleğimde yaşadığım fırtınalara borçluyum.
Tabii şunun da bilincindeyim. Ne kadar çalışırsak çalışalım, hangi yaşta olursak olalım söylenmemiş cümlelerimiz, tamamlanmamış eylemlerimiz olacak. Atilla İlhan diyor ya, “Ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız, söylediklerimizle değil söyleyemediklerimizle varız.” Söyleyeceklerimizi, yapacaklarımızı düşünmek yapabilmeyi umut etmek, mavi mavi hayaller kurmak da üretime ve yaşama dâhil. Çünkü umut iyi bir şeydir ve iyi şeyler insanı çok bekletmez ve kolay kolay ölmez. İsterseniz Özdemir Asaf’ın şiiri ile sözlerimi destekleyeyim. “Kaybedeceğini bile bile niye mücadele ediyorsun dedi… O an öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu. Bozmadım.”
TV ekranlarını Bir Zamanlar Çukurova ile geri döndünüz. Biraz‘‘Fekeli’’ karakterinden bahsedebilir misiniz?