Yetkin Dikinciler, NG Kütahya Seramik Reklamlarıyla Şu Sıralar Gündemde. İşine, Karakterine Ve Bakış Açısına Dair Birçok Bilgi İse Bu Ay Röportaj Sayfalarımızda.
‘Kadife sesli dev adam.’ Hayranları ondan böyle söz ediyor. O, tartışmasız çok iyi bir oyuncu. Yaptığı işlerde devleşiyor, işlerin marka değerini artırıyor. Yetkin Dikinciler, bu sayımızda konuğumuz oldu. Çocukluğunu, yaptıklarını, şimdiyi ve geleceği konuştuk. Kendisi konuşurken onu dinlemek çok keyifliydi. Her şeyden önce kibar, beyefendi, güzel bakan bir insan. Yaptığı işlerin değil, yapmadığı ve kabul etmediği işlerin kariyerini oluşturduğunu söylüyor. Ben de bu yönünü çok takdir ettim. NG Kütahya Seramik reklamını ve daha birçok sorumuzu içtenlikle cevapladı.
Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Çocukluğunuzda hayaliniz neydi?
Çok güzel bir ailede büyüdüm ben. Hep ailemle yaşamak istiyordum. Hayalim o günlerin mümkün olduğunca devam edebilmesiydi. İstanbul Aksaray’da doğdum, büyüdüm. Babam Kumkapılı, dedem Yenikapılı; baba tarafından İstanbullu, anne tarafından da Egeliyim. Annem, anneannem ve yengem olmak üzere üç kadınla büyüdüm. Kardeşim yoktu ama kuzenlerimle birlikte büyüdüğüm için kendimi çok kardeşli saydım hep. Üç evin kapıları sürekli açıktı. Yengemde yemek yer, anneannemde uyurdum. Böyle özgür bir ortamda yaşadık ve büyüdük. O yıllara çok sesli bir huzur ortamı diyorum. Her kafadan bir ses çıkıyordu ama hepimiz mutluyduk. Herkes istediği gibi yaşıyordu. Çünkü bize küçüklüğümüzden beri bir birey olduğumuz hissettirilmişti. Memur bir ailenin çocuğuyum. Evet, çok varlıklı bir ailede büyümedik ama yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda oldu sürekli. Onun için de çok dengeli bir çocukluk geçirdiğimi düşünüyorum. Bütün bunların yanı sıra kuzenlerimden farklı olarak derslerinde çok başarısız bir öğrenciydim. Fizik, kimya, matematik ve fen derslerinde çok kötüydüm. Tarihe, sosyolojiye, felsefeye, edebiyata ilgim vardı. Lisede ‘fen oku, mühendis olursun’ dediler. Sonuç olarak fen bölümünden mezun olup edebiyat fakültesini kazanmış bir öğrenciyim. Konservatuardan önce İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okudum. Üçüncü sınıfa kadar çarşamba günleri tiyatro derslerimize Yıldız Kenter geliyordu. Ben de ilgim olduğu için o derslere katılıyordum. Hocamızın yönlendirmesiyle konservatuar sınavlarına girdim. Kaderin cilvesine bakın; konservatuvarda Yıldız Kenter’in değil Müşfik Kenter’in öğrencisi oldum. Yıllarca onun ağzının içine baktım. Bize ‘artist olmayı unutun bunlar etiket; insan olun ve birbirinizi sevin, bu iş sevmeden olmaz’ derdi. Çok doğru; sevgisiz hiçbir şey olmuyor. İnsan odaklı ve insanı seven bir yolculukta değilseniz zaten kendinizle ilgili bir sorununuz var demektir. Bunu gidermeye çalışın hayatınız elverdiğince. Ben de varsa böyle eksiklerim hala oyuncuyken bile bunu gidermeye çalışıyorum. Birçok oyuncuya can vermeye çalışıyorum çünkü. Ben bir ‘ben’ olabilir miyim diye hayal ettim. Bu şimdi kurabildiğim bir cümle; o zamanlar bu cümleyi kuramıyordum. Ama bütün günü yaşayıp, sokakta oynayıp, anneannemin yaptığı yemekleri yiyip huzurla yatağıma yattığımda yeryüzünde benden başka insanların da olduğunu hissediyordum ve bunu paylaşmak çok hoşuma gidiyordu. Ne mutlu ki bu içimdeki hayale dair bir iş yapmışım. Çünkü yeryüzünde ne kadar insan varsa o kadar hayat var, hayat hikâyesi var. Hepsi anlaşılmaya değer. Ben de bunları anlamaya bir de anlatmaya çalışan tarafında yer alıyorum.Sanırım hayalimi her gün yeniden gerçekleştiriyorum.
Sevgi dolu bir ailede büyümüşsünüz. Kadınlarla birlikte büyümeniz size ne kattı? Sizi kibar ve nazik olarak nitelendiriyorlar.