Kadın ve azınlık hakları konusunda verdiği güçlü mücadele ile adından sıkça söz ettiren Avukat Kezban Hatemi ile başarılı kariyer yolculuğundan hobilerine uzanan birçok konuyu konuştuk.
Kendi tabiri ile her zaman mağdurun, mazlumun yanında yer almayı tercih eden Avukat Kezban Hatemi, “Adalet; gözü kapalı simgelendirilen, teraziyi kıpırdatmadan, eşitçe dengeleyerek hakkı hak sahibine vermektir” diyor.
Çok ünlü, başarılı bir avukatsınız ve ünlü davalarda adınız geçiyor. Başarı öykünüzü anlatabilir misiniz?
Başarı nispi bir kavramdır. İmkânlara göre ölçülür. Yarışa aynı yerden başlamıyoruz. Benim imkânlarım büyük bir halk topluluğuna göre iyi, yüksek refah düzeyinde bir azınlığa göre iyi değildi. Ben memur çocuğuydum, fazla beklentileri olan bir çağda da yaşamadım. Ümitsizliğe kapılmadım. Kötümserliğe de kapılmadım. Meslek hayatımın ilk 20 yılının tamamlanmasına az bir süre kalmışken, başladığım yerden daha ileriye varmıştım. Bundan sonra da Allah’ın yardımıyla devam ettim. Bazı başarılar aslında başarısızlıktır. Onurundan fedakârlık edip, görevinden kaçınmayla elde edilen başarılar, başarı değil, ziyandır. Başarı mağdurun, mazlumun yanında yer almaktır. Hakkı hak sahibine teslim etmektir. Bence en büyük başarı budur. Her zaman mağdurun yanında yer aldım. Başarım ondan geliyor diye düşünüyorum; eğer bir başarıysa. Mağdurun yanında yer alıyorsan, başarı söz konusudur bence. Yoksa “haksız yere, bir davayı kazandım” demek çok büyük bir acımasızlık. Her kazanılan dava mutlaka adaletin yerine getirildiği anlamına gelmez. Gerçek adalet, çok farklı bir şeydir. Bizim şimdi yaptığımız kör adalettir. El yordamıyla yaptığımız adalettir. Adalet; gözü kapalı simgelendirilen, teraziyi kıpırdatmadan, eşitçe, dengeleyerek, hakkı hak sahibine vermektir. Mağdurun, mazlumun yanında yer almaktır.
Adalet sizin için ne ifade ediyor?
Adalet “insan onuru ve insan onurunda eşitlik ilkesi ve herkese liyakatine göre ilkesinin bağdaştırılabilmesiyle gerçekleşir. Adaletin iki boyutu vardır. Bu boyutlardan biri göz ardı edilirse adalet yok demektir. Potansiyel olarak herkes insan onurunda ve bu onura yaraşan bir hayat seviyesine hakkı olmada eşittir. Ancak, ceza adaletinde, hak edilen ceza verilmelidir. Örnek olarak: Birinci ilke; İnsanlık onuruna aykırı ceza verilemez, ikinci ilke (Somut olay adaleti); Suça ve şartlara bakılmaksızın her suçluya aynı ceza da verilemez. (Bireysellik ilkesi) Kamu görevlerinin tevdi’inde de liyakate bakılır. İhtilaf çözümünde de haklı ve haksız ayrımını yapabilmek gerekir.
Türkiye’de bir kadın olarak avukatlık yapmak zor mu? Genç avukatlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Maalesef, erkek meslektaşlar için gittikçe kırpılan bir askerlik görevi varsa da kadın meslektaşları daha fazla zorluklar bekliyor. Mali durumu yerinde değil de bir büroda çalışmak zorunda ise taciz ihtimalinin söz konusu olmayacağı bir büro bulmak, evlenir ve çocuk sahibi olursa, bakımı, eğitimiyle meşgul olmak gibi… Genç avukatlara soyut ve genel tavsiyeler yapmanın pek fazla değeri yok. Ne olursa olsun ümitlerini korumaları ve insan onurundan feragat etmeksizin, dürüstlük ilkesine de riayet ederek sebat göstermeleri ve sabırlı olmalarını diliyorum. Bütün genç hukukçulara, stajyerlerime tavsiyemdir bu. Özellikle son 20 senedir davalarımın yüzde 75’i sulhen biter. Sulhen bitirmek, her iki tarafın da gönlünü razı etmek, en güzelidir. Çünkü tek başına bir taraf tamamen kötü, bir taraf olağanüstü iyi olamaz. Böyle bir şey yok, etki/tepki meselesi. Bir ticari ilişkide, karı-koca ilişkisinde dost kalmak güzel.
Bugüne kadar birçok ünlü ismin boşanma davasında yer aldınız. Size bir boşanma davası geldiğinde nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz?
Özetlemem gerekirse: Boşanma davasını hangi eş açmış olursa olsun, yüzde yüz haksız ve kötü niyetli olan davacının veya davalının davasını kabul etmem. Haklı olan veya hiç değilse korunmaya değer bir menfaati olan kimsenin vekâletini üstlenirim. Her zaman mağdurun yanında olmaya dikkat ederim.
Boşanma davalarında kadınlar hakkını alabiliyor mu?
Medeni Kanun’un o dönemin İsviçre ve Türkiye’deki baskın olan anlayışına göre düzenlenmiş kurallarında, Mal Ayrılığı Kanuni Rejimi İsviçre’de Mal Birliği Rejimi’ydi.Bizim geleneklerimize uygun değildi. Kadın, evlilik birliği kurulurken katkı getirmek zorundaydı ve getirdiği mal varlığı unsurlarının yönetimi ve yararlanması evlilik sona erinceye kadar erkek eşteydi. Biz mal ayrılığını aldık, İslam Hukuku’nda da Mal Ayrılığı Rejimi sistemi olduğu için bunun geleneklerimize uygun olduğunu düşünerek, biz Mal Ayrılığı Rejimini kabul ettik. Ancak İslam Hukuku’nda sadece kadına ödenecek boşanma tazminatını gözden kaçırdık (Mehr-i müeccel). İsviçre’de de olduğu gibi boşanmanın mali sonucu olarak, eşe ancak 1 yıllık nafakaya hükmedileceği esasını kabul ettik. Böylece kadın eş mağdur bir duruma düşüyordu. Boşanma halinde edinilmiş mallara katılma talebi de yoktu. Yeni Medeni Kanun, bu bakımdan kadının hakkını sağlama açısından daha uygun görünse bile, yine bazı tereddüt edilen durumlar ortaya çıkmaktadır. Erkeğe de ‘Edinilmiş Mallara Katılma’ talebi tanınmıştır. Evlenmeden önce eşler bu talebin ileri sürülemeyeceği konusunda anlaşırlarsa, bu mahzur ortadan kalkmaktadır. Ayrıca süreye bağlı olmayan nafaka getirilmiştir.