87
pamadığınız hammaddeleri alıyorsunuz, zaten klasik öğreti de
bunu söyler. Ama esas doğanın bir şekilde moleküllere gizledi-
ği bir ‘şeyi’ tüketiyorsunuz. ‘Şey’ demem nedensiz değil, adını
tam olarak koymanın mümkün olmadığını görüyorum. Kısmen
sülfürle aktarılıyor ama genel olarak baktığınızda antik felsefe-
nin çok dışına çıkmıyor. İşte bu çok ilginç; eşelenip eşelenip,
hatta moleküler biyolojiyi bile devirip, sonunda yine antik man-
tığın ötesine geçememek şaşırtıcı! Oysa bilim, bilgileri mantığa
oturtmakta hatalı bir yol izleyerek, beslenmeyi de bir makinenin
parçalarına indirgemiş. Bu yanlış algının değişmesi gerekiyor,
çünkü sürdürülebilir sağlıklı bir yaşam sunmuyor.
Endüstriyel gıda sektörünün ürünü olan GDO’lu
ürünlerden neden uzak durmalıyız?
Genetiği değiştirilmiş organizmalar son 15 yılda giderek yaygın
endüstriyel uygulama alanı buldu. Biyoteknolojinin
yardımıyla geliştirilen bu ucube canlılar her ne
kadar dünyada açlığa çare olacak diye
geliştirildilerse de, gerçeğin bununla bir
alakası yok. Amaç daha karlı, üstelik
patent korumasında endüstriyel ta-
rım ürünleri geliştirmek. Ancak bu
şekilde üretilen soya, mısır hayvan
yemi olarak geniş kullanım alanı-
na sahip. Örneğin ülkemize tavuk
yemlerinin yüzde 98’inde GDO
soya kullanılıyor. Oysa patent koru-
ması kalktığı için yapılan yeni araştır-
malar GDOmısırın yenmesinin kansere
neden olduğunu açıkça gösterdi. Benzer
gözlem GDO soya yemiyle beslenen piliçler
için de ifade edilmekte ki, bu çok önemli. Velhasıl
dünya bu konuda bedeli ağır bir sürprize hazır olmalı.
Bu gelişmelerin ülkemizdeki etkileri nelerdir? Süt,
yoğurt ve ayranda ne değişti?
Ülkemizde beslenme bütün dünyaya örnek olabilecek bir de-
ğişimi gerçekleştiriyoruz. Birincisi bizim vatandaşlarımız GDO’ya
karşı zaten tepkililerdi, bu bilimsel verilerin de açıklanmasıyla
Danıştay iki GDO mısır soyunun ithalatını durdurdu. Ama esas
değişiklik süt ve piliç için yaşandı. Vatandaşlarımızın hafızası
hala taze olduğundan, açık süte yöneldiler; çünkü uzun ömürlü
sütle arada ciddi bir fark olduğunu hatırladılar. Artık herkes yo-
ğurdunu evinde tutturuyor; ayranı, kefiri gerçek sütten hazırlıyor.
Aynı şey piliç için de yaşandı ve toplum piliçten uzak durma-
ya başladı. Bu değişiklikler hem daha sağlıklı ürünler yememiz,
hem de gerçek üreticinin kazanması açısından çok olumlu. Ama
hammadde açısından hala dışa bağımlıyız; bir sonraki aşamada,
örneğin soya üretiminin ülkemiz koşullarında gerçekleştirilmesini
sağlamaya çalışacağız.
Et, yumurta ve piliç de eskisinden çok farklı. Bunlar-
daki değişimler nelerdir?
Eskisini bilenler çok iyi hatırlıyorlar, tavuk çok lezzetli ama
kolay pişmeyen bir gıda idi. Ne var ki günümüzde piliç 20 da-
kikada pişiyor ve jöle oluşturamıyor. Son iki yıllık çalışmaları-
mın neredeyse bütününü bu durumun nedenini açıklamaya
yönlendirdim. Çünkü piliç çok tüketilen bir gıda maddesi, fakat
GDO soya ve mısırla da bir kesişme noktasını oluşturuyor, hay-
vanların beslenmesi neredeyse tamamen GDO soya ve mısırla
yapılıyor. Organik üretim çok az, organik yetiştirilmiş tavukların
pişme süreleri iki saat, fiyatları da diğerinin neredeyse dört katı.
Şu ana kadar vardığım sonuçlar endüstriyel tavukların aslın-
da yenemeyecek kadar hasta oldukları şeklinde.
Üretim yönteminin sonucu olarak kemik ve
bağ dokuları son derece zayıf ve endüst-
ri antibiyotik vermiyoruz dese de, jöle
oluşturmamalarının nedenini açıkla-
mak zorundalar. Çünkü piliç çok
tüketiliyor, kendisi hasta bir hay-
vanı yiyerek nasıl sağlıklı kalabi-
leceğinizi düşünürsünüz? Ben-
zer durum yumurta üretimi için
de geçerli, kafesler içerisinde ve
özel yemlerle bünyelerinin doğal
koşullarda olanak verdiğinin çok
ötesinde bir üretim gerçekleştiriliyor.
Dahası yumurtanın klorlu bileşiklerle yı-
kandığını biliyoruz ki, klor mutlaka içerisi-
ne geçer. Buna karşılık koyun ve kuzu etinde
bir sorun görünmüyor, çünkü endüstriyel yöntemlerle
üretilemiyorlar. Dana ve sığırda da durum daha makul, çünkü
hayvan uzun süre yaşamak zorunda, o nedenle piliç kadar uç
biyolojik uygulamalar yapamazlar. Nitekim bunu fiyatta da gö-
rüyorsunuz, kırmızı etin kilosu 25 lira civarındayken, pilicinki 4
liraya kadar düşüyor.
Eklemek istedikleriniz nelerdir?
Benim beklentim kitabın genç ve yenilikçi düşünceye açık
parlak beyinler tarafından okunmasıdır. Standart bilgi ve söyle-
min dışına çıkamayan bilim camiasından herhangi bir beklen-
tim yok. Kitabın bir diğer yazılma nedeni de aslında endüstriyi
üretim metodu konusunda aydınlatmak ve uyarmaktı, sanırım
bu gerçekleşti. Şimdi beklentimiz süt, yoğurt, ayran, yumurta
ve piliç üretim yöntemlerinin olması gerekene çevrilerek kanun
korumasına alınması.
O
Dr. Yavuz Dizdar kendi
deyimiyle, “doğal
döngülerle ve insanın
doğasıyla uyumlu
olmayan, ‘bozulmayı
bile beceremeyen’,
dolayısıyla aslında
insanın hak ettiği
sağlıklı gıda kapsamına
girmeyen,” endüstriyel
ürünler ve Batı biliminin
kağıttan kuleleri için
“Yemezler!” diyor.