Yerli ve yabancı pek çok filme fon olan İstanbul’u Türk sinemasının değerli oyuncusu Lale Mansur ile konuştuk.
İstanbul doğumlusunuz ve yaşamınızın önemli bir bölümünü burada geçirdiniz. Çocukluğunuzdaki İstanbul deyince aklınıza ilk ne geliyor?
Erenköy’de iki katlı bahçeli bir evde doğmuşum, ancak babamın işinden dolayı çocukluğumun bir bölümü Türkiye’nin değişik yerlerinde geçti. O süreçte Erenköy’de oturan dedemi sık sık ziyarete gittiğimiz için İstanbul deyince aklıma ilk olarak Erenköy geliyor. Orada gördüğüm köşkler, bahçeler, tramvay çocukluğumun İstanbul’unda bana iz bırakan şeyler.
Peki, o dönemdeki insan dokusunu nasıldı?
Çok farklıydı tabii. O dönemde daha kozmopolit ve samimi bir ortam vardı. Birçok semtte bu ortam değişse de eski İstanbul’un mahalle sıcaklığını yaşatan yerler hala mevcut. Mesela, şu anda yaşadığım Arnavutköy, eski İstanbul’un mahalle sıcaklığını devam ettiren bir semt. İnsanlar birbirlerini tanımasa da selamlaşıyor, birbiriyle konuşuyor. Kuzguncuk da aynı şekilde.
Uzun süredir yaz aylarını Burgazada’da geçiriyorsunuz. Bodrum, Marmara, Kemer gibi popüler tatil mekanlarına gitmek yerine neden Burgazada’yı tercih ediyorsunuz?
Burgazada’yı bir tatil mekanı olarak görmüyorum. Evimiz var, kedilerimizi de alıp yazın orada yaşıyoruz. Boğaz’daki müzik sesinden dolayı yazlarımı Arnavutköy’deki evimde geçirmek imkansız hale geldi benim için. Türkiye’nin birçok tatil mekanında aynı şekilde bangır bangır müzik sesi var. Bu ses beni mahvediyor. Buna maruz kalmamak için tatillerimi yurt dışında İtalya veya Provence gibi yerlerde geçirmeyi tercih ediyorum.
Burgazada’daki yaşamınızdan bahseder misiniz?
Adada çok sakin bir hayat var. Her şey yeteri kadar. Lokanta da, fayton da, insan sayısı da yeteri kadar… Çok kozmopolit bir yer hala. Rumlar geçmişte sürülmüş adadan ama şimdi yavaş yavaş dönüyorlar. Dokümanlardan gördüğüm kadarıyla eskiden bambaşka bir yaşam varmış. Mesela bir hikaye beni çok etkiledi. Adamın biri bakkaldan peynir ve şimdi ismini unuttuğum bir yiyecek daha istemiş. Bakkal peyniri verip diğerini vermeyince adam; “Niye sadece peyniri veriyorsun?” diye sormuş. Bakkal da “Ben seninle siftahımı yaptım öbürünü de gidip diğer bakkaldan al, o da siftahını yapsın” demiş. Eskiden adada bu denli paylaşımcı bir ortam varmış.
Peki, adanın sizi en çok cezbeden özelliği ne? Yemekleri mi, doğası mı, insanları mı?
Eşim sağ olsun müthiş bir aşçı olduğu için adadaki en güzel yemekler bizde yapılıyor. Ama adada kurutmadan tam dozunda balık yapan çok güzel yerler de var. Genel olarak atmosferini çok seviyorum. Rahat, sakin, huzurlu, gürültü patırtı yok. Ayrıca adada birçok arkadaşımız var. Küçük bir tekne de aldık, adaların etrafında dolaşıyoruz; bu bana büyük bir özgürlük verdi. İnsanlar size sormadan cep telefonu ile fotoğraf çektiği için yedi-sekiz senedir rahatça denize giremiyordum. Şimdi ise tekne ile adanın boş olan arka tarafına gidiyoruz, orada rahatça denize girebiliyorum. Bundan dolayı da çok mutluyum…