Previous Page  33 / 108 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 33 / 108 Next Page
Page Background

AĞUSTOS- EYLÜL - EKİM 2017

NG

33

düzenli olmamız söylense daha naif gelir.

Hâlbuki hayatta düzenli olmak başarıyı ge-

tirir. Düzensizliğin başarıyı getirme ihtima-

li çok düşüktür. Akıl düzeni, heves ve keyif

de düzensizliği seçer. Düzensizliğin içinde

düzeni oluşturmak gerek kısacası. Akılla

komutan olmak, çok büyük bir keyif! Ken-

dimizi yönetebilmek, bu hayattaki en büyük

sınavımız değil mi zaten? Bize bir akıl de-

nen mükemmel bir alet verilmiş. Ve de onu

yönetmek de bize bırakılmış… Dolayısıyla

kendini yönetmek ve başkalarını tanımak

yine kendini tanımaktan geçiyor. Kendini

tanıyıp yönetebilmek lazım. Bunun adına

da ister kural ister düzen deyin, ne derseniz

deyin bir gerçek var ve bu gerçek değişmez.

Eğer siz aklınızla duygularınızın komutanı

olmazsanız; duygularınız sizi esir alabilir.”

Akıl komutanlığı konusunda son derece bi-

linçli olan Murat, aynı zamanda son derece

duygusal bir adam olduğunu da kabul edi-

yor, bu arada. Öfke kontrolü, kendine sinir-

lenme ve onu en çok sinirlendiren şeyleri

sorduğumda ise yanıtı şöyle oluyor: “Sinirli

bir adam değilimdir. Kendime çok kızdığım

anlar oldu elbette ama artık sinirimi bastır-

mayı öğrendim. Hayatta beni en çok sinir-

lendiren de hainlik. Bu bir iş arkadaşı da

olabilir bir dostunuz da… Sözünde durma-

yan insan beni çok sinirlendirir.”

Bunun üzerine, kendinin bizzat yaptığı ha-

talardan ders çıkarma konusunda ne kadar

marifetli olduğunu merak ediyorum: “Aslın-

da kurallar çok net, o kurallarla iyi geçinir-

seniz; içiniz de çok barışçıl olur. Zaten aksi

halde, öyle kavga etmenize de gerek yok,

hemen dayağı yiyorsunuz. Ben mümkün

mertebe ikinci kez aynı hatayı yapmadan

yaşamaya çalıyorum.”

Hazır, hayattan kendi payına çıkardığı ders-

lerden konu açılmışken şu anda bulunduğu

noktadan geriye şöyle bir baktığında, 37 yıl-

lık hayatından neler öğrendiğini konuşmaya

başlıyoruz. Tembel olmayıp zamanı iyi kul-

lanmayı ve insanların kalbini kırmanın çok

ama çok kötü bir şey olduğunu öğrenmiş:

“Erteleme hastalığı, birçoğumuzda olan bir

problem ‘Daha sonra yaparım’cılık. Bu ko-

nuyu hallettim mesela. Halledemediklerim

de vardır elbette, zaaflarım gibi.” Bu arada,

en büyük korkusu sevdiklerinin kalbini kır-

mak, dolayısıyla sevdikleri onun zaafı.

Bugüne kadar kendi payına düşenleri ya-

şadıklarının sonucunda kendini olgun bir

erkek olarak düşünüp düşünmediğini soru-

yorum: “Kiminin gözünün içine bakarsınız

ve sizin bulunduğunuz zaman kavramında

150 yaşındadır. Bazısı 50’dir ama 10 yaşın-

da gösterir. Göreceli bir durum yani… Ken-

dime baktığım zaman epeyce olgunlaşmış

bir adam görüyorum. Yaşlanma ya da ol-

gunlaşmadan ziyade tecrübelerden fayda-

lanma diyelim. Bunu kimi 20’sinde kimi de

50’sinde yakalayabilir. Ama işte insanoğlu

‘öldürmeyen acı güçlendirir’ mantığıyla ha-

reket ettiği için tecrübelerinden çok da fay-

dalanamıyor.”

Başına gelenlerden sonra aldığı dersleri,

kulağına tek tek küpe yaptığı aşikâr. Peki

laf, söz dinleyen bir adam mı dersiniz? Bu,

tamamen ona kimin ne söylediğiyle ilgili

bir durummuş: “Şunu bütün samimiyetim-

le söyleyebilirim; kendime karşı en objektif

olarak kabul ettiğimen önemli şey; eşim, an-

nem, babam ve çok sevdiğim bir dostumun

nerede yanlış yaptığımı söylediğinde onlara

gözüm kapalı güvendiğim. Herkesin haya-

tında ona gerçekleri söyleyecek, hataları-

nı yüzüne vuracak böyle bir, iki kişi olmalı.

Bazı konularda insanlarla tabii ki tartışabi-

lirsiniz elbette ama hatalar nettir. İnsanın

o net olan hataları kendine kabul ettirmesi

bazen zor gelebilir. İşte o noktada güzel bir

uyarıya ve kendinize gelmeye ihtiyacınız

olur. Bunu yapabilecek kişi de güvendiğiniz

birinden başkası olamaz.”

Bunun üzerine, bazılarının da yaptığı ha-

talar üzerine kendi kendilerine akıllanmayı

tercih ettiklerini belirtiyorum: “Aynı olay-

lar sürekli tekrar ediyor aslında. İnsan da

yaptığı hatayı kabul etmemek için ‘ama’lar

‘fakat’lar üretiyor kendince. İnsan kendi

keyfinin avukatı oldu mu, her davayı kazan-

dığını sanıyor. Hani insan sıkıntıya girmek

istemez, bahaneler üretir ya, öyle bir durum.

İşte bu gibi hem savcı hem de hâkim kişinin

kendisi oluyorsa her davayı kazanır ki, bu

da kötü bir şey. Yani bazen hayatta davaları

kaybetmek de lazım.”

Şimdilik karşımda naif ve uyumlu bir Mu-

rat Yıldırım var. Asilik konusunda nasıl biri

olduğunu merak ettiğimde samimiyetle, söz

konusu kararlılıksa son derece asi biri ol-

duğunu belirtiyor. İçindeki savaşçı ruh ise,

hırslarından komut alıyor: “Evet hırslıyım-

dır. Hayatta hırslı olmak gerekiyor. Bakın bir

söz söyleyeyim… Hayat koçum da diyebile-

ceğim Dr. Said Sözühikmet’in bir sözü var;

hatta kitabı da çıktı Yaşamın Göremediği-

miz Şifreleri, benim de en büyük motivas-

yonlarımdan biridir bu cümle: ‘Araç insan,

hırs aracın hızı, akıl direksiyon, yakıt bilgi ve

öğrenme olursa araç doğru yoldan şaşmaz.’

İnsanda hız ve hırs göreceli bir kavram, ha-

yatta gerçeklere göre mi algıya göre mi yaşı-

yorsunuz, bu önemli. Gerçeğe göre yaşamak

lazım. Hayat bir savaş meydanı ve her yer-

den, her an saldırıya uğrayabilirsiniz.”

Saldırıya uğrama konusu açılmışken hayat-

ta çok kazık yiyip yemediğini soruyorum.

“Tabii ki, herkes gibi. Çok da mutluyum bu

durumdan. Karşımdakini incitmektense

incinmeyi tercih ederim.” Yediği kazıkların

sonrasında toparlanma süreci üzerine ise

şunları söylüyor: “Kendimi şöyle motive

ederim; ‘Tamamolan oldu, artık arkaya bak-

madan yoluna devam et. Arkana bakarsan

tökezlersin çünkü. Bitti gitti, boşver! Ama

bir gözünden diğer gözüne de güvenme.’”

Güven konusunda kimi kredisini baştan or-

taya koyar, deneyimledikçe notlarını düşü-

rür kimi de sıfırı başlangıç sayar, hanesine

artıları topladıkça puanını artırır. Kendisi-

nin bu konuda nasıl bir strateji belirlediği-

ni merak ediyorum: “Herkese aynı krediyle

yaklaşırım. Özgürlük de bu değil midir?

Şimdi hatırlıyorum, annemiz babamız bize

hep ‘Kendini kullandırma, çok da iyi niyetli

olma,’ diye öğütlerdi. Yo, niye? Kişi farkın-

dalığı ile birlikte iyi niyetli olursa kendini çok

Hayatın

matematiğine

baktığınızda sizi

tesadüfün sıfırına

götürür. Yani

kendiliğinden

olan şeylerin

matematiği değil,

benim gördüğüm.

O yüzden tesadüfe

inanmam.’