Parayla ilişkim
değişik ülkelere
gittiğimde onların
tarihlerinde kimler
öne çıkan figürler
olmuş diye onlara
bakmak şeklinde
oluyor.’
Dizilerin gidişatını biliyoruz. Hızlı hızlı hi-
kayeler çekiliyor. Her hafta bir bölüm bitiri-
yorlar. Görüntü yönetmenine de sanat yö-
netmenine de oyuncuya da vakit kalmıyor.
İnsanlar tiyatroda sizi en samimi halinizle
gördüğü için, dizideki yetmez oluyor onlara.
Dizide oynama diyorlar. Ben de izleme diziyi
diyorum. Ben dizide oynadığım için tiyatro-
dan vazgeçmiyorum ki son zamanlarda dizi
de yapmıyorum zaten. Ancak dizilerde varım
diye tiyatro ertelediğim bir şey haline gelmi-
yor yani.
‘Babam ve Oğlum’ filminde patlama
yaptınız.
O bir büyüydü. Her şey çok güzel bir araya
geldi. Çağan’ın inanılmaz samimi hikayesi ve
rejisiyle hayattaki yerini aldı. Ne mutlu ki biz
de paydaşlarından biri olduk.
İlk filminizi çektiğinizde neler
hissettiniz?
İlk filmimde konservatuarda öğrenciydim.
Kimse bilmez, Kartal Tibet’in çektiği TRT’de
yayınlanan ‘Bedel’ diye bir filmvardı. İlk uzun
metrajımı öyle çektim. Daha öğrenciydim,
ikinci sınıfa geçiyordum. İlk defa 35 mm de-
nen sesli çekimyapamadığımız bir makineyle
tanışmıştım.
Seslendirmeyi kendiniz mi yaptınız?
Tabii ki kendimiz yaptık. Aktörün başkası
tarafından seslendirilmesi düşünülemez. Ak-
törlük tamam değildir, orada eğer kendiniz
konuşmuyorsanız.
Geçmişte Türk sinemasında kadın
ve erkek oyuncuları hep aynı kişiler
seslendirdi…
Ama gerek yokmuş; görüyoruz ki her biri-
nin sesi varmış ve kendi sesleri değerliymiş.
Ama o zaman da bir şey varmış ki yine öyle
bir kabile oluşmuş. Bunları onlar seslendire-
bilir demişler. Patronlar öyle demiş yani. Yine
sektörel şeyler bunlar, yine piyasa ekonomisi
şartları.
Sinema mı, tiyatro mu?
Niye ayırayım ki? İkisinde de aynı şeyi yapı-
yorum. Bir sinemanın kamerasına sığacak
kadar bir iş yapıyorum. Öbür tarafta bazen
200 kişi bazen bin kişi bazen bin 500 kişiye
sahneye çıkıyorum. Tek farkı bu. Özünde bir
durum içerisinde bir karaktere can vermeye
çalışıyorum. En keyif aldığım şey de bu.
Sizin için kadife sesli dev adam
diyorlar. Gerçekten ses tonunuzu,
konuşmanızı çok beğeniyorlar.
Bilmiyorum sesim kadife mi; yumuşak ton-
da olduğundan öyle söylüyorlar galiba. Ama
şundan yanayım; Bertolt Brecht’in Arturo
Ui’nin ‘Önlenebilir Tırmanışı’ adlı oyununda
şöyle bir söz var: “Haksızlığa karşı bağırmak
insanın sesini çirkinleştirir. Öfkelenmek yü-
zünü çirkinleştirir.” Yani çirkin bir ses ve yüz
ifadesiyle de derdinizi anlatamazsınız. Çok
bağırıyoruz. Gerek yok buna. Bağırmak bi-
zim ilkel tarafımız.
Kütahya Seramik’in reklam filminde
oynadınız. Teklif nasıl geldi?
Projeden keyif aldınız mı?
Öncelikle şunu belirteyim; keyif almadığım
hiçbir işte oynamıyorum. Umarım ömrümün
sonuna kadar bu cümleyi kurarak yaşarım.
Ne gördüyseniz, yanlış, beğenmemiş veya
kötü bulmuş olabilirsiniz. Ama ben beğe-
nerek oynuyorum. Ben istemişimdir önce-
likle. Ben yapmışsam da içimde hissederek
yapmışımdır. Bu film için de tiyatro için de
seslendirme için de televizyon projesi ya da
reklam filmi için de… NG Kütahya Seramik
bir kere bu toprakların çok değerli bir yapı-
sı. Bu coğrafyada Kütahya’da, Anadolu’nun
orasında değerler yaratmış, yer altı kaynak-
larını yer üstü kaynaklarını estetik ile hayat-
larımızın içine sokmuş bir firma. Bir marka.
Bu teklif geldiğinde ki zaman zaman başka
projeler de geliyor, her filmde ve dizide oyna-
madığım gibi her reklamda da oynamıyorum,
özellikle içinden geçtiğimiz bu dönemde ‘ne-
rede duruyoruz, hangi coğrafyada yaşıyoruz,
bunun farkında mıyız’a dair bir marka olması
ve senaryosunun bu memleketin değerleri
olduğunu söylemesi anlamında çok hoşuma
gitti. Sonra da Erkan Güral ile buluştuk. He-
men bir kahve içtik ve çok iyi anlaştık. Çünkü
ben yine orada oyuncu olma nedenlerinden
bir şeyini yaşayacaktım. Yine bir şeye aracı
olacaktım. Orada reklam veren NG Kütah-
ya Seramik, bir değer yarattığını aktarmak
istiyordu. Ben buna aracı olmak isteyen ta-
raftaydım. Bir oyuncu olarak da son derece
içime sinen bir senaryoyla bunu gerçekleştir-
dim. O da hoşuma giden bir durum.
Gelecekte de projeleriniz vardır
mutlaka…
Bir sinema filmi bitirdik. Ocak şubat gibi viz-
yon tarihi belli olur. İlk sinema filmini çeken
bir yönetmen Alper Babayağmur. Onun da
duyurusu yapılır. Ben de o filmde heyecanla
çalıştım. Mümkün olduğunca her yıl demi-
yim ama karşıma çıktıkça elimi kaşındıran,
ruhumu harekete çıkaran hikâyeler onlarla
sinemada olmaya çalışacağım.
İlk sinema filmini çekiyor dediniz
Alper Bey için. Bu projeyi o yüzden
mi kabul ettiniz?
Yok, hayır. Hikaye ilgimi çekti. Az önce bah-
settiğim gibi NG Kütahya Seramik için de
geçerli olan buydu. Senaryo çok önemli. Bir
şeyi anlatmak önemli ama o şeyden nasıl
bahsettiğiniz asıl önemli olan. Bazen bazı si-
nema filmi ya da dizi senaryoları gelir, tama-
mını beğenebilirsiniz. Bu hikaye anlatılırsa
izlerim dersiniz. Ama kendime yer bulama-
dım da diyebilirsiniz. Bu filmde de öyle oldu.
Bir şey katabileceğimi hissettiğim bir film
oldu. O yüzden kabul ettim. Yoksa Steven
Spielberg ya da James Cameron gelse ken-
dime yer bulamadıktan sonra ciddi anlamda
oynayamayabilirim.
Gerçekten mi?
Benim yapmadığım o kadar çok iş var ki.
Bahsetsem ağzınız açık kalır.
Bahseder misiniz?
Bahsedemem, çünkü yapmadım. Hayatta
neyi kabul ettiğiniz değil neyi reddettiğiniz
sizin nasıl yaşadığınızı belirliyor.
Siz tiyatro
sanatçısısınız ama
filmlerinizde teatral
konuşmuyorsunuz.
Bu çok güzel bir şey.
Çok teşekkür ederim. Birlikte bir şeyi dü-
zeltelim. Teatral derken abartılı demek
istiyorsunuz. Tiyatro abartıyı kabul etmez.
Bu söyleşide bunun altını çizmek istiyo-
rum. Bazen bunu yönetmenler de yapı-
yor. Özellikle dizi yönetmenleri sizden
bir rolü isterken ‘teatral’ oldu diyorlar.
Bu yanlış bir söylem. Abartılı oldu diye-
bilirsiniz. Burası gereğinden büyük oldu
diyebilirsiniz. Ama teatral oldu derseniz
jargon olarak yanlış bir şey kullanırsı-
nız. Tiyatroya da gittiğinizde karşınızda
oynayan kişi abartılı oynuyorsa abartılı
dersiniz. Teatral diyemezsiniz değil mi?
Tiyatro çünkü orası. Tiyatroda da sinema-
da da dizide de doğal olmalısınız; bana
göre bir oyuncu öncelikle samimi olmalı.