NG Dergi - Sayı 31 - page 48

48
RÖPORTAJ
MURAT MENTEŞ
Kadıköy sizin için ne ifade ediyor?
Kadıköy, Cumhuriyet döneminde şekillenmiş daha ziyade.
Kimliğini bu döneminde bulmuş. Benden çok önce Kaybeden-
ler Kulübü bir Kadıköy esprisi üretmişti…
Hatta müzikte de Kadıköy Sound esprisi vardır…
Evet. 6.45 Yayınları 20 yıldır bu vurguyu yapıyor. Kadıköy
Felsefesi’ne Giriş adında, Şahin Uruk imzalı bir kitap yayınla-
dılar… Radyo programlarında 20 yıl boyunca “Hayatı ve ka-
dınları öğrendiğimiz Kadıköy sokakları” gibi anonslar yaptılar ve
Kadıköy’e bence son 20 yılda başka bir ruh üflediler. Cool bir
hava esiyor Kadıköy’de.
Moda biraz daha asık yüzlü ama sanki…
Moda havalisini muhafazakar buluyorum. Memuriyet atmos-
feri hakim. Çarşı cıvıltısından ziyade… Sanırım Süleymaniye Yeni
Cami’den esen rüzgarlar, Moda’yı seküler muhafazakar bir mu-
hit haline getirdi. Başlangıçta Kadıköy’ü sahaflardan ötürü sevi-
yordum. Zira, orada çok ucuza harika kitaplar buluyordum.
Zaten romanda da Müteferrika Sahaf’ın sahibi Lütfü
Seymen görünüyor bir ara… “Korkma Ben Varım”da da
görünüyordu…
Bana “Kadıköy’de birinin heykelini dikeceksin” deseler, Lüt-
fü Seymen’in heykelini dikerim. Benim nazarımda Kadıköy’ün
en büyük sembolüdür.
Kitaplarınızda bazı yazarlarda olduğu gibi “İstanbul
güzellemeleri” yok…
İstanbul aşığı insanlar vardır. İstanbul’la ilgili kitaplar yazar-
lar, İstanbul’un tarihi, müzeleri falan… Ben onlardan değilim.
İstanbul’u çok seviyorum ama İstanbul’da oluşturduğumuz
kültürel görünümleri beğenmiyorum. İstanbul’daki doğa ha-
rikalarını dengeleyecek oranda medeniyet harikaları yok. Sü-
leymaniye ile Ayasofya arası saçma sapan şeylerle doludur…
Kapalıçarşı’nın çevresi de öyle.
Hep güzel bir kadına benzetirler ya edebiyatçılar
İstanbul’u, o kadına etmediğimizi bırakmadık galiba en
edepli ifadeyle…
Biz bu çok güzel kadının bir gözünü çıkardık kesin, bir elin-
den iki, diğerinden dört parmağı kestik, sonra bu kadının derisi-
nin bir kısmını yüzdük, bir bacağını paslı testereyle kestik… Onu
bir kafese kapattık. Delirttik. Ve yalnızca bayat ekmekle besledik.
Bütün bunlar İstanbul’un güzel bir kadın olduğu gerçeğini değiş-
tirmese de, onun artık bizimle tatlı tatlı konuşacak hali kalmadı…
Romanda Mimar Serpil Silahlıperi, şehrin can damar-
larını nasıl kestiğimize ilişkin, etkileyici bir söylev veri-
yor… Özellikle bahçe ile ilgili olan kısım çok etkileyici…
Sizin bahçeniz var mı?
Nerdeee! Apartmanda oturuyorum ben de. Artık bahçeler
daha ziyade otopark için düşünülen bir alan. Çünkü otomobil-
lerimiz daima bizden daha değerli. Arabalar, içindeki adamdan
değerli. Sen bir adamın yüzüne tükür, bir de arabasına tükür ve
verdiği tepkileri ölç.
Bahçeye dönecek olursak…
Bahçe bir evin asıl manzarasıdır. Evin senin dünyanı, bah-
çen de senin ahiretini temsil eder. Yani sen bahçe eken biri
olarak, istikbale bakan bir konum seçmiş olursun.
Romandaki binlerce güzel saptamanızdan, ifadenizden
biri de “Daima acele edip hep kaç kalanların şehri” diye kod-
ladığınız İstanbul…Nedir bu şehir insanın acelesi sizce?
Çünkü içinde bulunduğumuz an değer taşımıyor. Etrafta
görülmeye değer bir şey yok. İnsanlar ancak trafik kazası gör-
düklerinde yavaşlıyor, durup bakıyorlar. Öyle bir duruma geldik
ki, etrafımızda çiçekler, kelebekler, mimari şaheserler olsa bile
görecek durumda değiliz. Yozlaştık birader. Geçmiş ve gele-
cekle uğraşırken şimdiyi kaybediyoruz.
Konuyu değiştirmeme müsaade ederseniz…
İstanbul’da, “her an her şey olabilir” hissi veren, ruh hali
ve zemin olarak “aksiyona en meyilli” semt, mekan ya da
mıntıka neresi sizce? Ve tabii ki neden?
James Bond’un son filmi ve “Taken 2” İstanbul’da çekildi.
İstanbul, aksiyon için uygun bir mekan. Fakat övünülecek bir
nedenden ötürü mü? Bence, maalesef hayır. Saklanmaya el-
verişli, dar, ışığın değerlendirilemediği ve buna karşılık tarihi ya-
pıların egzotik kıldığı mekanlarımız ilgi çekiyor. İstanbul’un he-
men her muhiti aksiyon mekanı olabilir: Kadıköy, Fatih, Taksim,
Üsküdar, Beşiktaş, Sultanahmet, Arnavutköy… Romanlarda
biz İstanbul’u temize çekiyoruz. Bu, edebiyatımızın geleneksel
tutumuna bilerek veya bilmeyerek sadık kalmamızla ilgili.
İstanbul’un iki yakaya ayrılması, yazar muhayyile-
nizde size neler çağrıştırıyor, düşündürüyor? “Kadıköy
Sound”un önemli temsilcilerinden Kesmeşeker, “İstan-
bul İstanbul” şarkısında, “Ne doğuda ne batıda / Sen
Asya’dayken Ben Avrupa’da” diyor misal…
Kesmeşeker’in şarkısı, belli bir durum için anlamlı, ge-
çerli, uygun. Fakat ben Avrupa yakası, Asya yakası ayrımını
bilinçli olarak kenara itmekten yanayım. Farkları araştırmak
bizim düşünme alışkanlığımızın bir önceliği. Halbuki, benzer-
likleri görmek gerek. Karşı yakada okunan ezanları duyar-
sın, martılar mekik dokur, o sahile vuran dalga senin kıyına
döner, vapurların mütevazı ahengi bizi sürekli kavuşturur…
Haydarpaşa gar binasının yüzündeki küskünlüğe, Topkapı
Sarayı soru soran bir ifadeyle bakar… Bir de Avrasya Mara-
tonu var ki, aslında her gün ama her gün hepimiz bir o yana
bir bu yana koşarız...
O
1...,38,39,40,41,42,43,44,45,46,47 49,50,51,52,53,54,55,56,57,58,...116
Powered by FlippingBook