50
doldurulması ile elde edilen bir alan üstüne inşa edilmiş. Aynı
anda 25 bin kişinin cami içinde, 80 bin kişinin avluda namaz kıl-
masına olanak verecek derecede geniş olan caminin minaresi,
210 metrelik uzunluğu ile dünyanın en uzun minaresi. Hasan II
Camii, Mekke’den sonra dünyanın en büyük camisi.
Marakeş
Fas’ın Kazablanka’dan sonra ikinci büyük şehri, Marakeş.
‘Beyaz ev’ anlamına gelen Kazablanka gibi Marakeş de ‘kızıl
şehir’ diye anılıyor. İstasyondan başlayarak, resmi-özel her bina
toprak rengine boyanmış 12. yüzyıl eseri Kutubiye Camii’nin
67 metrelik minaresi, tarihi bir kente geldiğimizin ilk işareti. Bu
caminin ahşap minberini, daha sonra bir başka tarihi mekanda,
El Badi Sarayı’nda göreceğiz. Kutubiye’nin karşısı çok büyük
bir meydan, devamındaki ‘Souk’ ise, küçük dükkanlardan ve
inişli çıkışlı dar sokaklardan oluşan bir çarşı/pazar. Bu sokak
ve küçük dükkanların hepsine girip çıkıyorum. Almak istediğim
şeyler belli ve hedefe göre hızla dükkanlara bakıyorum. Ama-
cım, büyük bir bakır sini ve içinde renkli camlar bulunan bakır
lambalardan almak. Bir kaç dükkan gezdikten sonra amacıma
ulaşıyorum. Sonra çılgın bir pazarlık başlıyor. Bir Türk olduğum
ve buradaki pazarlık konusunda da önceden bilgilendirildiğim
için hiç zorlanmıyorum. Burada deri eşya, gümüş, kumaş, ki-
lim ve çeşitli baharatlar başta olmak üzere, yok, yok. Meyda-
na gelince, burası Fas’ın en ünlü yeri; adı ‘Cema el Fna’ veya
‘Cemaat ül Fena’. Gündüz kafelerin çevrelediği, son derece
sıradan bir meydan. Bir çok yılan oynatıcısı, fal bakıcısı, hikaye
anlatıcısı, büyücü ve şifacının yanı sıra, geleneksel kıyafetleri ile
dans ve müzik gösterisi yapanlar bir rüya atmosferinde olduğu-
muzu hissettiriyor. Buranın gece bambaşka bir yere dönüştüğü
bilgisini alıp, akşam tekrar gelmek üzere Marakeş’i gezmeye
devam ediyoruz. Kazablanka’da olduğu gibi burada da şehir içi
ulaşım kolay. ‘Petit’ denilen küçük taksilerle her yer 1 $, ‘grand’
denilen eski Mercedes’ler daha pahalı ve hepsi de eski model.
Önemli iki sarayı, El Badi Sarayı ve Bahia Sarayı’nı geziyoruz. 19
yüzyıl eseri olan Bahia’dayız; giriş ücretsiz, yemyeşil bir bahçe-
de her tarafı ağaç oyma süslemeli binalar içinde harem odaları
dikkat çekiyor. Burada Harem, Şehrazat gibi filmler çekilmiş.
El Badi Sarayı’na ise, küçük bir ücretle giriliyor; burası da 17.
yüzyıldan kalma bir saray. Diğerinin aksine burada, sadece dev
(90x20 m) havuzu ve ayakta kalan bazı duvarları görebiliyoruz.
Akşam olduğunda yeniden Cema el Fna’dayız. Yüksekçe
bir kafeden meydanı izliyoruz. Gün batımını izlerken birden
onlarca seyyar lokanta önümüzden geçerek, meydanda-
ki yerlerine gidiyor. Nasıl olduğunu anlayamadan dakikalar
içinde meydan tıklım tıklım oluyor. Marakeş halkı ve turistler
buraya akarken; yılancılar, şifacılar artıyor, bunlara zenneler
vb ekleniyor. Her yerden bir ses geliyor. Dayanamayıp bulun-
duğumuz yerden kalkıp meydana gidiyoruz. O ne kalabalık!
Etrafınızı farklı hünerlerini sergileyen insanlar kaplıyor. Ortam,
yazıldığı kadar tehlikeli görünmese de dikkatli olmak gerek.
Her tür yiyecek mevcut stantlarda. Şiş, kuskus, balık, salata,
kalamar… Hatta haşlanmış yumurta satan ve çok müşterisi
olan bir stant dikkatimi çekiyor. Yerli halk kadar turistlerin de
doldurduğu masalarda iğne atsanız yere düşmeyecek bir yo-
ğunluk var.
Rabat
Fas’ın dördüncü büyük şehri ve başkenti Rabat’a gidiyoruz.
Rabat Burgrag nehrinin kenarında, modern bir başkent… Qu-
daya kasabasındayız. Tarihi kasabada halı atölyesine dönüş-
türülmüş eski bir cezaevi, 1150’de yapılan Fas’ın ilk camisine,
geleneksel evlerin kapılarındaki; Fatima Eli şeklindeki kapı tok-
mağından, kötülükler kestiğine inanılan makaslara kadar birçok
detayı görüyoruz. Her yerde yol boyunca nane çayı (sey bin
nana) içiliyor. Yerel halk sütlü kahve (kahve bil halip) tercih edi-
yor. Rabat’ın en çok gezilen yeri Hassan kulesi ve Muhammed
V Mozolesi. 1962’de ölen kral için nehir kıyısındaki yüksek bir
tepede yaptırılan anıt mezar çok kalabalık.
Suveyre
Suveyre veya Essavira (Essaouira), Marakeş’in 175 km ba-
tısında Atlas Okyanusu kıyısında bir yarımada üstüne kurulmuş,
eski yerleşim bölgesi surlarla çevrili liman şehri. Nüfusu yaklaşık
70 bin kişi. Şehrin adı ‘güvenli demirleme yeri’ anlamına gelen
bir berberi kelimesinin bozulmuş biçiminden geliyormuş.
Suveyre’nin tarihi çok eskilere dayanıyor. MÖ 7. yüzyılda
Suveyre açıklarındaki küçük adalar Fenikeli denizciler tarafın-
dan kullanılmış. Önemli bir ticaret limanı olmuş. O zamanlar adı
Mogador olarak bilinirmiş. 1506’da Portekizliler buraya bir kale
yapmışlar. Ama şehrin asıl yaratıcısı, Sultan Sidi Muhammed.
1765 yılında, esir aldığı Fransız mimar Theodore Cornut’ya
şehrin büyük bölümünü ve surlarını planlatmış. Bu yüzden eski
şehir diğer Fas şehirlerine göre daha derli toplu. Sonrasında
kente ticaretin gelişmesi için bir Yahudi topluluğu yerleştirilmiş.
Son 20 yılda Avrupalı zenginler riad denilen eski Fas evlerini
almışlar, restore ederek ev ve otel olarak kullanıyorlar.
Suveyre günümüzde el sanatları ile ünlü bir sayfiye şehri.
İrili ufaklı balık lokantaları mevcut. Limanda şehre giderken
karşınıza kızıl surlar çıkıyor. Şehrin savunması için yerleştirilmiş
topları görüyoruz. Surlardan inince eski şehre ve eski Yahudi
mahallesine giriyorsunuz. Daracık sokaklar dikkat çekici. Bu-
rada irili ufaklı bir çok dükkan var. Ağzınızdan çıkan fiyata çok
dikkat edin, çünkü hemen o fiyata inebiliyorlar. Bu yüzden al-
mak istemediğiniz eşya için pazarlık yapmayın.