NG Dergi - Sayı 29 - page 55

55
Arkın Allen veya daha çok bilinen adıyla Mercan Dede, yeni albümü ‘Dünya’ için Delhi,
Montreal, New York gibi şehirleri; Ürdün, Lübnan gibi ülkeleri dolaşmış durmuş. Ama kendi
deyimiyle “Pergelin sabit kalan tek ayağı,” hep İstanbul olmuş.
Yazı Sebla Koçan, Fotoğraflar Engin Irız
M
üzisyen Arkın Allen, tam bir ‘çok amaçlı çakı’
gibi. Onu kimi zaman akustik ve sade projeleri
gerçekleştirdiği Istanbul Quartet’te, kimi zaman
Secret Tribe ile DJ Arkın Allen olarak, kimi zamansa Ensemble
ile Mercan Dede olarak görüyor ve takip ediyoruz. Yalnız bu da
değil! Geçtiğimiz sene, Borusan Kültür ve Sanat Evi’nde Sanat-
çı Carlito Dalceggio ile birlikte açtığı ‘Revolution Revelation’ adlı
sergisi, 60 bine yakın ziyaretçiyi ağırladı ve sanat dünyasının en
çok konuştuğu işlerden biri oldu. Arkın Allen’la altı yıllık aranın
ardından yayınladığı ‘Dünya’ albümü dolayısıyla buluştuk, birlik-
te İstanbul’un sesini dinledik…
Mercan Dede’nin müziğinde bir huzura çağrı var.
İstanbul’da sakin kalabilmek mümkün mü?
Ben Kanada’da da, İstanbul’da da yaşıyorum. Kanada, Av-
rupa ve Ortadoğu’nun toplamından büyük…Yaşayan insan sa-
yısı, 30 milyon. İstanbul’da ise 20 milyon insan var! İstanbul’un
enerjisi kaotik ve ilham veren bir enerji. Ama onun içselleşmesi
çok önemli. Senin bir parçan olması mühim.
Mercan Dede’nin müziği İstanbul’daki kaosla tezat
mı düşüyor?
Tasavvufta da vardır; zıt kutupların bir araya gelmesinden
oluşan bir alemde yaşıyoruz. İstanbul da böyle… Zıt kutuplar
bir arada ve sen nerede duracağını seçiyorsun. Müziğin içinde
de belli yerlerde, belli kaoslar var. Bazen duruyor ve bir kalp
atışı duyuluyor… Bir gün dünyanın değişik yerlerden gelen spri-
tüel büyüklerle yaptığım bir sohbette şunu konuştuk: Meditas-
yon, Taksim gibi bir yerde, o kaosun içinde kendi içine dönebil-
mektir. Esas uygulama alanı orası yani… Yoksa dağ başında,
çok güzel bir gölün yanında olmanın meditatif bir yanı yok ki.
Bu tabii ilham veren bir şey aynı zamanda. Taksim’den Tünel’e
doğru giderken, akıl programını biraz dışarıda bırakıyorum. O
cadde içinde öyle ilham veren bir kaos var ki! Sesler, insanlar,
satıcılar... Tek bir dil de yok: İngilizce, Türkçe, Kürtçe, Lazca
geliyor kulağa. Bu muazzam ilham veren bir şey!
Şehrin bir sesi var diyorsunuz yani.
Hem de nasıl! Muazzam bir ses o…Almanya’da öyle bir ses
yok mesela. Benim için yapısal bir ses o sadece. İstanbul’da
ise organik bir ses var. Kalbi olan büyük bir canlı gibi yani. İlha-
mı eğer içselleştirmiyorsan, bence ilham o zaman bir yerden bir
şeyi araklamanın kibarcası. Son albüm “Dünya”da gözlerimiz-
den, kulaklarımızdan geçenlerin geri yansımasını anlattık.
İnsan günlük koşturması içinde bir şeyleri kendi filt-
resinden nasıl geçirmeli?
İstiklal Caddesi’nde yürüyoruz ama kafamızı kaldırıp hiç yu-
karı bakmıyoruz. Şehir biraz insanı yiyor. Dünyanın çeşitli yer-
lerine gittim ve şehirlerin sesini kaydettim sürekli. Bir insan hiç
gitmemiş olduğu bir ülke hakkında yalnızca sesini dinleyerek
fikir sahibi olabilir bence.
Koku gibi yani… Farklı bir şehre gidince anlarız ya
İstanbul’da olmadığımızı.
Evet, onun gibi. Koku, beş duyumuz içinde hafızamızla en
bağlantılı olan; ses de öyle. Mesela Hindistan’daki sesleri kay-
dettiğim bir şarkı var, hatta Mahatma Gandhi’nin bir konuşması
var şarkının başında. Bu benim çok uzun zamandır yapmak is-
tediğim bir şeydi. 1923’te kaydedilmiş bir konuşma var yaptığı,
onun haklarını satın aldık. Arkada da şehrin sesini duyuyorsun.
İşte o doku bana çok ilham veren bir şey oldu. İkinci bölüm-
de ise bu seslerden daha arınmış bir müzik var. İstanbul ile
Montreal’deki hayatım da buna benziyor.
Ne yönden?
Yani dünyayı geziyorum ama İstanbul tüm bunların buluş-
ma noktası. Akustikle dijital olanın, geçmişle geleceğin, elektro-
nikle bize ait olan seslerin buluşma noktası… Montreal’de 100
yıllık bir binada oturuyorum, gelen arkadaşlarım buna çok şaşı-
rıyor. Halbuki Sultanahmet’te bir ayakkabıcı çocuğu Roma’dan
kalma 100 yıllık taşlara oturarak işini yaparken görüyoruz ve
şaşırmıyoruz. Bu bir derinlik aslına bakarsan. Bu kaosun içinde,
nerede durduğumuz çok önemli.
‘İstanbullu’ olmak böyle bir şey galiba. Şaşırmıyoruz
şehirdeki muazzam tarihe.
Kesinlikle öyle. ‘Dünya’ albümü İstanbullu. Pergel gibi;
semazenin bir ayağı tüm merkezlerde, temeldeki ayak ise
İstanbul’da. Tilki dön dolan kürkçü dükkanında…
“SOKAK MÜZİSYENLERİ ÇOK ÖNEMLİ”
Cihangir, Tünel, İstiklal Caddesi’nde dolaşmak çok
zevkli, tamam. Ama İstanbul çok büyük, her renk iç içe.
İstanbul’un diğer semtleriyle aranız nasıl?
İstanbul çok hızlı değişiyor. Eskiden Babylon’un olduğu yer-
ler belalıydı, kolay kolay oralara girilemezdi mesela. Ama bence
tutup bir sokağın üzerinde, ne bileyim McDonalds’lardan kuru-
lu bir dünya yaratırsan, orada kişisel bir dünyan olamaz zaten.
Bir parça dinlersin ve “İlk aşkım vardı 17 yaşındayken,” dersin
1...,45,46,47,48,49,50,51,52,53,54 56,57,58,59,60,61,62,63,64,65,...100