Sıradan olmak için gizlenmeye çalışırken spot ışıkları altında kaldı.
Röportajdayken çekimlere nazaran rahattı. Bense gergindim. Çünkü birisiyle röportaja gittiğinizde az çok bir fikriniz olur ve gardınızı ona göre alırsınız, ancak Engin Günaydın’a giderken neyle karşılaşacağınızı bilmeniz güç. Acaba karşımda ‘Yeraltı’nın beceriksiz-başarısız Muharrem’ini mi göreceğim, ‘Vavien’in anti-kahraman Celal’ini mi, ‘Avrupa Yakası’nın antipatik Burhan Altıntop’unu mu, ‘Bir Demet Tiyatro’nun Zabıta İrfan’ını mı, takıntılı Galip Derviş’i mi, ‘İçimdeki Ses’in kendinden mustarip Selim’ini mi, yoksa son filmi ‘Aile Arasında’nın endişeli ve sevimli Fikret’ini mi? Belki başka bir oyuncuyu oynadığı karakterlerle özdeşleştirmezsiniz ama Engin Günaydın’a bakınca insan oynadığı her karakteri ‘o’ zannediyor. Çünkü kendisine benzeyen rolleri kabul ettiği için hepsi aslında o zaten. Onda bir tılsım olduğunu kabul edelim: Engin Günaydın’ın girdiği sahnede başka birini izlemek güç; onun o ‘tuhaflığı’ ve özgünlüğü alışmadığımız bir şey olduğu için gözümüzü ondan alamıyoruz. Kendi filminin galasına çekinerek giden bir adam, bütün kusurlarını ortaya döken ve ne sorsanız kıvırmadan-abartmadan cevap veren bir oyuncu… Röportaj yapmak için hem çok kolay hem çok zor biri. Ama iki türlü de montunuzu giyip çıkarken aynı cümleyi kuracaksınızdır: “Başka bir adam.” Günaydın’ın Cihangir’deki, emlakçı deyişiyle ‘full deniz manzaralı’ evindeyiz. Fotoğraf çekimlerimizdeki ultra şık erkeğin kıyafetlerini sorarak giriyorum söze: “Onları gerçekte giyer miydiniz?” “Yok, giymem,” diye cevap veriyor. “Bazı kıyafetler sana bir kişilik belirler, ona göre hareket etmek zorundasındır. Kıyafeti para verip alıyorsun ama sanki o seni satın alıyor gibi bir şey oluyor; bu durumdan hoşlanmıyorum. Hep ‘Gümrükte mal kaldı, borsa ne oldu?’ gibi şeyler söyleyesim geliyor.” Herkesin bunu sizin kadar sorguladığını zannetmiyorum, diyorum. “Ben kendim dışımda hareket etmek istemiyorum,” diye yanıtlıyor. “En sevdiğim tarafım, kendime yakın olabilmek. Beni kendimden uzaklaştıran bir koltuk bile beni rahatsız ediyor. Çünkü kendimle olduğum zaman daha rahat konuşabiliyorum. Bu yaşıma kadar hep özgür olmak için çaba gösterdim, bir gömlek de almasın özgürlüğümü.” Son filmi ‘Aile Arasında’ vesilesiyle buradayım. Biz filmi ekipçe izledik. Kendisi de 7-8 defa izlemiş.
Gülse Birsel ona filmin özetini anlattığında “Bu işi yapalım!” demiş. Terk edilen elektrikçi Fikret’in ve şarkıcı Solmaz’ın beklenmedik ikinci baharını anlatan filmde; Fikret, kız istenirken ailenin babası gibi davranmak zorunda kalıyor, yalan söylediği için saçmalıyor, her şeyi yerle bir ediyordu. “Siz böyle bir yalan söylemek zorunda kalsanız ne yapardınız?” diye soruyorum; “Fikret’ten çok farklı olacağımı zannetmiyorum,” diyor. Engin Günaydın, ortaokulun sonuna kadar Tokat’ta yaşamış; oradan ayrıldıktan sonra da bağları kopmamış. Kendisi gün ağardıktan hemen sonra evden çıkan ve akşam eve dönen, yemek yerken uyuyakalan bir çocukmuş. “Yemek yemeyi çok severdim. Dombiliydim,” diyor. Çocukluğundaki Tokat’ı soruyorum. “Yıldızlı bir dünyaydı,” diye anlatıyor. “Sonra 12 Eylül geldi, her şey darmadağın oldu.” Günaydın, üçüncü film senaryosu ‘Ağlamak Yok’ta da bu konuyu işliyor.