Previous Page  40 / 108 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 40 / 108 Next Page
Page Background

YAŞAM

SANATÇI

dekoratif anlamda hediyelik eşya ve eşanti-

yon ürünlerini kapsıyordu. Sonrasında bir

otel işletmeye başladık. 1987 yılında oteli-

mizde kalan İngiliz bir karı koca ile tanıştık.

Heykeltıraş olan Phillip King, Londra’daki

Royal College of Arts (Kraliyet Güzel Sanat-

lar Koleji) sanat okulunda hoca, aynı zaman-

da da idarecisiydi, daha sonra rektörü oldu.

Benim oteldeki ebru çalışmalarımı gördü-

ğünde şaşırmıştı. ‘Barut’ ebruları otelimizin

perdesinden, masa örtüsüne kadar her ye-

rindeydi.

‘Barut’ ebrusu nedir?

Benim bulduğum ebru ama o zamanlar adı

henüz konmamıştı. 1988 yılında Royal Col-

lege of Arts’ın 250. kuruluş yıldönümü kut-

lamaları için beni de bir sergi açmak üzere

davet ettiler. İşte kırılma noktası orası oldu.

Sergim birçok şeyi değiştirdi. Bizde güneş

batıdan doğuyor biliyorsunuz. Kendimiz bir

şey yaptığımız zaman pek itibar edilmiyoruz

ama başkaları yapınca ya da başkaları iltifat

edince bunda bir şey vardır deniyor. O güne

dek dümdüz giden başarı çizgisi, sergiden

sonra zirve yaptı. Sergimi ziyarete Rose Issa

adında bir hanım geldi. Kendisinin ebru ile

ilgili bir makalesi de varmış. Çalışmalarımı

görünce şaşırdı. ‘Böyle bir şey hiç görmedim

şimdiye kadar, bu nasıl bir ebru?’ dedi. ‘Bu-

nun bir adı olmalı,’ diye konuyla ilgili Time

Out London’a kısa bir yazı yazmış. Ben de

yurt dışında Barut soyadını kullanıyorum.

‘Barut ebrusu’ diye yazısında geçirmiş. O

isim böylece kaldı.

Ebru desenleri nasıl oluşuyor?

Ebru Farsça ‘abru’ kelimesinden geliyor. ‘Su

yüzü’ demek. Abru hem yüz hem yüzey an-

lamındadır. Boyalar suyun yüzeyinde yüz-

dürülüyor, kendi kendine oluşuyor. Kur’an-ı

Kerim’de her şeyin sudan yaratıldığına dair

ayetler var. Ebrunun üzerinde oluşan desen-

lere, ebru sanatçılarının pek katkısı olmuyor.

O, teknik olarak bazı ortamları hazırlıyor.

Suyun yüzeyindeki desenler kendi kendi-

ne oluşuyor ve siz kul olarak bu durumdan

acizsiniz. Buna ‘külli ve cüz-i iradenin olu-

şumu’ diyoruz. O, fırçadan serpiliyor ve su-

yun yüzeyine dökülüyor. Döküldüğü şekilde

birbiriyle karışıyor. Renkler asla yüzeyde

birbirine karışmıyor, sadece yüzeyde uyum

gösteriyor. Öyle bir şey oluyor ki, bizim mik-

ro ve makro alemde gözümüzün görmediği

bazı görüntüler ortaya çıkıyor.

‘Barut’ ebrusu gibi hangi yenilikleri

çalışmalarınıza kattınız?

Ben ilklerin adamıyım. İlk olan şeyler yap-

tım. Ama hiç kimseden bu sanatı öğrenme-

miş olmam benim şansım oldu. Eğer öğren-

seydim, onun kalıpları içerisinde kalacaktım

ve sadece akıl sınırında kalacaktım, fikir

sınırına geçemeyecektim. Ama düşünmede,

deneylerde hür olunca, bir de akademik alt

yapı olunca, yeni fikir üretme kapım açıldı.

Açıldıkça da tekstil, resim, gravür, fotoğraf,

seramik gibi birçok başka sanatlarla da bir-

leşti. Bu çok önemli bir hayat gerçeği.

Yayınlanan 37 kitabınız bulunuyor.

Ebru sanatını kaleme alma fikri nasıl

oluştu?

Ebru ile ilgili yazılmış bilgi 1608’de ‘Tertibi

risale i elbi’ adlı el yazmasından ibaretti. Ora-

da da sadece boyaya öd katılır, kıvamlaştırı-

lır gibi kısa bilgiler vardı. 1975 yılında Uğur

Derman bir kitap yayınladı, ‘Türklerin Ebru

Sanatı’ adında ama teknik hiçbir bilgi yoktu.

Kitap sadece bir dönemin ebrucularını anla-

tıyordu. Bunun üzerine ebruyla ilgili bütün

deneyimlerimi oturup yazmaya başladım,

tam 17 sene sürdü. İlk ebru kitabım 1999’da

yayınlandı. Daha sonra ‘Suyun Rüyası Ebru’

kitabım çıktı, İngilizce ve Almaca’ya çevrildi.

Sonrasında ebru hızlıca yayılmaya başladı.

Bizim şahsen ulaşamayacağımız birçok insa-

na kitap sayesinde ulaşılmış oldu. Bu da eb-

ruda bir rönesansın başlamasına sebep oldu.

Ebruzen olabilmek için icazet gerekli

mi?

İcazet dediğimiz şey, bir ilim belgesidir. O

devir bence çoktan kapandı. Bence gerçek

anlamda sanatçının eğitime ihtiyacı var ama

diplomaya yok. Bazı çok değerli usta ve ho-

caların hiç icazeti yoktur. Onun için icazete

takılmaya gerek yok. Sanatçının başarısı dip-

lomasında değil, yaptığı eserlerdedir.

Ebruda gelenekçi, yenilikçi

kavramları doğru yerde mi

kullanılıyor?

Michelangelo da yenilikçi diye yadırganmış-

tı. Yaptıklarıysa klasik oldu. Geleneksel de-

yince, eskiden yapılmış, bitmiş gibi geliyor.

Bu sanatlara da geleneksel sanatlar demek

doğru değil. Eskiden de yapılıyordu, şimdi

de yapılıyor. Battal ebru, geleneksel bir ebru

çeşidi diyoruz. Ama yarın ben öğrencilerime

battal ebru yaptıracağım, yaptırmaya devam

edeceğim. Eğer bu sanat tamamen unutul-

muş olsaydı o zaman Osmanlı sanatı diye-

cektik.

Ebru sanatı konusundaki projeleriniz

neler?

Orta Asya’dan gelen ebru, 1608’de ilk defa

Avrupa’ya Türk kağıdı olarak gidiyor. Biz

uluslararası alanda başarılı olmak isteyen

bir ülkeyiz ama kültür ve sanatta çok büyük

yanlışlar yapıyoruz. Uluslararası olmak için

ilk ve temel kural ulusal olmaktır. Ben bunun

farkına vardığımda ebruyu güncelleştirmek,

farklı boyutlara getirmek, tanıtmak, yaymak

istedim. Dil avantajını da kullanarak her git-

tiğim yerde de uygulama yaptım, insanların

görmesini sağladım. Bilgi paylaştıkça be-

reketleniyor. Bilgiyi kendinize sakladığınız

zaman köreltiyorsunuz. Ben paylaşmayı ter-

cih ettim. Kendi okuluma da vefa borcumu

ödemek amacıyla 26 senedir orada hocayım.

Ebru ana sanat dalı olacak duruma geldi, ya-

kında da inşallah olacak.

Ebruyu farklı

alanlarda

kullandınız mı?

Evet ebruyu farklı alanlarda kullandım

bu da bu sanata ilginin artmasına çok

büyük sebep oldu. Ebrunun bir gö-

rünen tarafı var, bir de görünmeyen

tarafı var. Görünen tarafı boyalı ka-

ğıt. Bu işin görünmeyen tarafı ise çok

daha önemli. İslam sanatlarıyla batı

sanatları temel ilkeleri bakımından bir-

birinden çok farklı özellikler gösterir.

Batı sanatları göze, Doğu sanatları ise

gönüle hitap eder. Yani gördüğünün

arkasındaki, görünmeyene ulaşmak.

Bunun özünü de vahdeti vücut olarak

kısaca özetliyebiliriz. Vahdeti vücut Al-

lah ile bir olmak, Allah’a yaklaşmak

demek. İslam sanatlarının özü de bu.

40

NG

ŞUBAT -MART -NİSAN 2017