ŞUBAT -MART -NİSAN 2017
NG
57
hikaye biraz daha yayılmaya başlıyor. Bu
süre zarfında yapılan televizyon ve radyo
reklamları, yazılı basında çıkan ilanlar ile
‘Arzum’ markası tüm Türkiye’ye tanıtılma-
ya başlıyor. 1988 yılında babamın rahmetli
olmasıyla iki kuzenim ve ben Arzum yö-
netimine dahil olup, birinci ve ikinci kuşak
olarak hep birlikte markalaşma sürecinin
biraz daha profesyonelce götürülmesine
ivme kazandırdık. 1990’ların başından bu-
güne alanının lideri olan reklam ajansları,
halkla ilişkiler şirketleriyle doğru bir ile-
tişim stratejisi kurgulayarak markalaşma
sürecini doğru ve etkin bir şekilde devam
ettirdik. Bu çalışmaların sonucunda da Ar-
zum bugün Türkiye’nin tamamında yüzde
yüz bilinen bir marka olarak büyük bir ba-
şarı elde ettik. Özellikle son iki yıldır Türk
kahvesi pazarında Arzum Okka ile büyük
bir ivme yakaladık. Dolayısıyla Arzum’un
yanında Felix ve Okka gibi iki tane markayı
da kendi içinde büyütüp, geliştiriyoruz.
Marka yaratmanın kriterleri sizce
nelerdir?
Marka yaratmak için öncelikle markanın
hitap ettiği kitlenin kim olduğunu iyi ta-
nımlamak ve analizini iyi yapmak gereki-
yor. Bu kitleyle marka arasında duygusal
bağ yakalamak özellikle çok önemli. Bu
sebeple sırasıyla, o bağın ne olacağı, ileti-
şim diliniz, değerler, marka hakkında akla
ilk gelecek unsurlar kurgulanmalı. Bunlar
bence markanın nasıl konumlanacağı, tü-
keticiyle nasıl iletişim kurulacağı konusun-
da en önemli başlıklar. Ama marka yarat-
manın kriteri dediğiniz zaman, en başta
güven geliyor. Sonra da o markanın kulla-
nıcısına bir fayda sağlaması, keyif verme-
si, yüzünde bir gülümseme yaratması çok
önemli. Bana göre güven veren, keyif veren
bir marka her zaman için tüketicinin tercih
sebebidir.
Arzum markasının ülke çapında bü-
yümesine ve yayılmasına sizin nasıl
bir katkınız oldu?
1988’de şirkete katıldığım dönemden son-
ra Arzum markası oluşmuştu ama bilini-
lirliği bu kadar kuvvetli değildi. Burada
ilk olarak profesyonel çalışma yapmamı-
zın büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’ye yeni giren renkli televizyon,
radyo, farklı kanallar… Buraları iyi kul-
landık. Yani o günlerde insanların ilgisini
çeken doğru yerlerde, doğru zamanlar-
da Arzum’u tanıttık. Örneğin ‘Çarkıfelek’
programında sık sık Arzum’la halkın karşı-
sına çıktık ve oradaki sloganımız halkın bir
yerde Arzum’u tanıma sloganı oldu. İşte o
meşhur söz vardı; ‘Arzum’dan mutfak ro-
botu’, ‘Arzum’dan portakal presi.’ Bizim
markamızın tüm Türkiye çapında insanlar
tarafından bilinirliği arttı. Bu sürecin yöne-
tilmesinde benim ve kuzenlerimin rolü çok
oldu. Profesyonel yönetime ve işi bilen ki-
şilerle çalışma fikrine, danışmanlık almaya
sıcak baktığım için, tüm bu süreç boyunca
kararlı davrandım.
Yerli üretim hakkında neler diyebi-
lirsiniz?
Yerli üretimbizimde inandığımız bir nokta.
Uzak Doğu’yu ilk keşfettiğimiz zaman bile
hiçbir zaman üretimimizin yüzde 100’ünü
Çin’e döndürmedik. Burada önemli olarak
şunu görüyorum; Türkiye belli konularda
uzmanlaşmalı ve bu konularda derin ve di-
key bir şekilde üretime önem verilmeli.
Yerli üretim ile dünya çapında bir
marka yaratmanın zorlukları ne
oldu?
Baktığımız zaman marka olarak sıkıntıla-
rımız olabiliyor. Çünkü bir markanın kendi
ülke değerinin üzerinde konumlanması çok
kolay bir şey değil. Ben olayı sadece üretim
olarak görmüyorum. Çünkü biz marka al-
gısına çok önem veriyoruz. Bu çerçevede
ürünü, yapılması gereken yer neresiyse
orada yaptırıyoruz. Dolayısıyla biz ülke al-
gımızla birlikte milli değerlerimizi ön plana
çıkartarak Türk kahvesi gibi, bizim klasik
ekmeğimiz olan Vakfıkebir ekmeği gibi
büyük bir ekmek dilimini dahi kızartabilen
büyük sürgülü ekmek kızartma makinesi
zaman zaman sanayicilerimizden, Türkiye
dışındaki sanayicilerden, Türk tasarımcı-
lardan, dünyanın herhangi bir yerindeki
tasarımcılardan, bazen de tamamen mü-
hendislik anlamında Avrupalı veya Uzak
Doğulu firmalardan destek alıyoruz. Bu
ekosistemden hem mühendislik, hem ta-
sarım hem de üretim anlamında önemli
oranda destek alıyoruz. Mühim olan hem
ülkemizin hem de markamızın algısını kuv-
vetli kılabilmek.
Avrupa’nın en büyük yerli üretim
markası Kütahya Porselen hakkın-
da neler diyebilirsiniz?
Kütahya Porselen bizim güzide Kütah-
ya’mızın öne çıkarttığı çok değerli bir mar-
ka. Bizim gibi bir aile markası ve çok eski
bir marka. Dolayısıyla bizden birisi, özel-
likle hem aile olarak hem yapısal olarak
çok benzer yanlarımız olduğu gibi Kütahya
Porselen’le en büyük kesişen noktamız da
Türk kahvesi. Türk kahvesini bizler pişiri-
yoruz ve Kütahya Porselen’in o güzel fin-
canlarında servis ediyoruz. Ortak olarak
da çok sinerji çıkartabiliriz. Bizim her za-
man göğsümüzü kabartan Türkiye’nin çok
önemli ve çok değerli bir markası.
Bundan sonraki hedefleriniz neler-
dir?
Arzum 50 yıllık, ben de 50 yaşındayım. 25
yılım eğitim hayatıyla, kendimi hayata ha-
zırlamakla geçti. Sonraki 25 yılda yani 25-
50 yaş arası markamızı Türkiye’nin bilinen
bir markası haline dönüştürdük. Allah na-
sip eder de 25 sene daha yaşarsam, mar-
kamızı dünyada tanınan bir marka haline
dönüştürmek istiyorum. İnşallah Kütahya
Porselen gibi Türkiye’nin önde gelen mar-
kalarını hep birlikte dünyaya tanıtabiliriz.
Kariyeriniz
boyunca sizin için
kırılma anları
var mıydı?
Evet, vardı. İtalya’ya ihracat yap-
tığımız dönemde, Doğu Avrupa
ve Türk üreticiler yanında Uzak
Doğu’dan gelen ürünlerin kalitesi-
ni ve ürünlerin çeşitliliğini görmem
benim için bir kırılma anıdır. 1992
yılında ilk defa kuzenimle beraber
Çin’e, Hong Kong’a ve Tayvan’a
gidip, o bölgeyi keşfetmem de bi-
zim için önemli bir kırılma anıydı.
2000’li yıllarda hala birlikte çalış-
tığım finansal danışmanımdan ‘for-
ward’ yani uzun vadeli döviz risk-
lerini kapatma tavsiyesini almam,
2001 krizinde özellikle döviz yük-
selişlerinde şirketi korumamıza bü-
yük fayda sağladı.
Bir başka kırılma anı da son dönem-
de ortaya çıkarttığım Türk kahvesi
konsepti oldu. Ambiente Fuarı’nda
Nespresso’nun yanında stand aç-
mamız, kahve işinin benim dikkati-
mi çekmesini sağladı. Son 10 yıl-
da Arzum’un marka algısında Türk
kahvesine yaptığı yatırımın büyük
önemi olduğunu düşünüyorum.
Bir de şahsi bir durumdan bahse-
deyim. 1988’de babamın aniden
vefat etmesi ve benim Türkiye’ye
dönmem hayatım için açıkçası mi-
lattan önce, milattan sonra gibi bir
dönüm noktası oldu.