NG Dergi - Sayı 59

31 seviyordum bir dönem, özellikle evliliğimin ilk 10 yılı neredeyse sürekli yemek yaparak geçti. Hem yemek yemeyi seviyorum hem de yemek yapmayı seviyorum. Tabii çocuklar da olunca onlara da sürekli yemekler yapıyordum. İşte öyle böyle derken, bu tarifleri bir yerde toplamak lazım diye düşündüm. Bu yemek kitabı da aslında bir kültür yani. Masadan masaya kültürler aşılanıyor. Biz çok masa ve yemek daveti yapıyoruz, bana sürekli olarak “senin yaptığın masa neden farklı” derler. Çünkü benim gerçekten bu işe merakım ve ilgim var. Araştırırım, severim, tadarım. Dünyada ‘fine dining’ restoranlarını gezerim. Bu benim hobim, hatta sanattan daha çok sevdiğim şeylerden biri, örneğin gastronomi işi. Buradan yola çıkacak olursak, ben de bir yemek kitabı yazmak istedim ki, çocuklarıma, hatta torunlarıma bile kalabilecek olsun. Bizim evde pişen yemeklerden hazırladım tarifleri. Çok da ilgi gördü. Yemek yapmayı seven biri olarak, özenli sofralar kuruyorsunuzdur. Davet sofralarınıza nasıl hazırlanırsınız? Şu anda eskisi gibi ev daveti vermeme taraftarıyım, burada kesinlikle kurallarım var. Eve kimseyi sokmak istemiyorum. Ev çok mahrem bir şey haline geldi, özellikle bu değişen ekonomik durumlarda insanların bakış açıları, davranış şekilleri ve beklentileriyle. Yani dediğim gibi, artık sadece en yakın arkadaşlarımı evde ağırlıyorum. Çünkü ben samimiyeti seven biriyim. Onun için sadece en yakın arkadaşlarımla bir araya gelirim. Eskiden herkesi evime çağırırdım ama artık öyle bir ruh halim de yok. Daha ziyade dışarıda yemek yemeyi tercih ediyorum. Hatta itiraf edeyim, son bir senedir kahve ile geçiştirmeye çalışıyorum çünkü gerçekten çok yoğun bir tempomuz var. Öğlen yemekleri benim için bir yerden sonra kayıp haline geliyor. Yani 40- 50 dakikada bir işi çözemiyorsak, beni bir sonraki işimde çok etkiliyor. O manada ben de çok profesyonel biriyim. İşimi yapıp çıkmak istiyorum. Bazı insanlar sadece yemek yemek için buluşuyorlar. Çok saygı duyuyorum ama ben o değilim, öyle bir tempom yok. Davet sofralarına gelecek olursak, tabii ki işlere göre davetleri organize ediyoruz. Benim her sene en çok özendiğim iş, senede bir defa geleneksel olarak yaptığımız balomuz. Her sene yeni bir konsept buluyorum. Pandemiden sonra sirk kuracağım demiştim, Rusya’dan bir sirk ekibi getirdik. Louis Vuitton ile çalışmış meşhur bir sihirbaz vardı, onu getirdik Fransa’dan. Çok tatlı oldu. Geçen sene de keyifli sofralar kurma motivasyonuyla İtalyan ‘La Dolce Vita’ konseptiyle gerçekleştirdik. Her sene zaten balomuz bir konsept dahilinde ilerliyor ama zaten biz sene içerisinde belki yüz tane yemek yapıyoruz. Her bir şirket için özel yemekler yapıyoruz, örneğin DCT Trading şirketimiz için pamuk temasıyla yaptığımız yemek daveti çok içime sindi. Şimdi önümüzde Montblanc ile bir yemeğimiz olacak. Onun için de heyecanlanıyorum çünkü yeni çıkan Van Gogh kalemi ve ona uygun bir proje için çalışacağız. Yani gelen projeye göre şekillendiriyoruz, naçizane beğeniliyorsa ne mutlu bize. Kütahya Porselen’in koleksiyonları hakkında ne düşünüyorsunuz? Kütahya Porselen’in benim hayatımda şöyle bir önemli yeri var: öncelikle benim rahmetli babam Kütahyalı. Bir de annemle babamın evlendiği, yani nikâhlarından kalma bir Kütahya Porselen kahve fincanları var. Hala vitrinimde duruyor, çok da sevdiğim iki parçadır. Gözüm gibi bakarım. Osmanlı İmparatorluğu döneminde büyük dedemin annesinin ailesinden kalan iki tane aşureliğimiz ve iki tane salepliğimiz de var. Annemle babamdan benim için çok kıymetli olan bu iki şey de vitrinimde duruyor. Kütahya Porselen’i ben oldum olası severim, çünkü kendini sürekli yenileyen bir marka. Ayrıca aile de çok saygı duyduğum ve sevdiğim insanlar. Hem sektörde çok önemli insanlar, hem de insan olarak çok sevdiğim kişiler. Bazen başka platformlarda karşılaşıyoruz, birlikte iş yapıyoruz ama dostluğumuz ve aile bağımız ömrümüz yettiği sürece devam eder, çünkü Güral Ailesi ilkesi olan insanlar. Kütahya Porselen de benim olmazsa olmazım. Özellikle kahve fincanları benim için çok önemlidir. Favori koleksiyonunuz var mı? Eğer favori koleksiyonum var mı diye soracak olursanız, her koleksiyon birbirinden güzel ama benim favorim ‘Feyzan’ adlı Türk kahvesi fincanlarım. Biraz narsist bir şey belki ama onları aşırı derecede seviyorum. Ayrıca saçma gelebilir ama Sapanca’da çok zaman geçirdiğim için oradaki bitki çayını servis ettikleri kapaklı büyük mug’lar da favorilerim arasında. Mor ve yeşil renklerde olanlarını özellikle beğeniyorum. Ama yine de söylemem gerekirse dediğim gibi, favori olanlarım Feyzan fincanlarım ve NG Sapanca otelindeki mor-yeşil mug bardaklar. Yeni bir kitap planınız var mı? Varsa içeriği ne olacak? Biraz bilgi verebilir misiniz? Yeni kitap yazma gibi bir fikrim var aslında. Kendi hayatımı yazmak istiyorum, ancak belki biraz daha zaman geçmesi gerektiğini düşünüyorum. Hayatım gerçekten ilginç hikâyelerle dolu. Enteresan bir hayat yaşadım. Hülya Koçyiğit’in kendi kitabını yazdığımda “Film Gibi Yaşadım” demiştik ismine, şimdi düşününce ben de aynı şekilde hissettim. Allah bana gerçekten film gibi bir yaşam bahşetti. Tabii ki, daha güzel günler göreceğimizi umuyorum, ancak biraz daha olgunlaşması için beklemek istiyorum, sonra onu yazmak istiyorum.

RkJQdWJsaXNoZXIy NzI1MDQ=