NG Dergi - Sayı 46
Peki ama neden Abdülhamid? diye sormak istiyorum size ilk olarak. Nedir sizi ona böylesine çeken sebep? Aslında işin temelinde Sultan II Abdül- hamid ve dönemine olan ilgim yatıyor. 19. yüzyılda dünya muazzam bir atılım ve dönüşüm geçirirken ve Avrupalı dev- letlerin hepsi gözlerini gerilemekte olan Osmanlı Devleti’nin topraklarına dikmişken, nasıl oldu da o çözümle- nemez kişiliğiyle Abdülhamid 33 yıl tahtta kalabilmiş? Bu durum yete- rince ilginç öyle değil mi? Kitabınızın türünü tanımlarken ‘light’ tarih anlatımı diye özetliyorsunuz aslında. Tarih çoğu insan için asık suratlı, ciddi bir konudur. Ama bu romanda böyle olmamış… Zamanında küçük kızıma, hiç sevmedi- ği tarih dersini çalıştırabilmek için tarihi olayları şekere bulayıp, anekdotlarla an- latmaya başlamıştım. Bu kitapta da daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabileceğimi düşünerek benzer bir yönteme sarıldım aslında. Kitapta tarihe dayalı bilgilerle kurguları nasıl ayırıyorsunuz? Konumuz II. Abdülhamid. Son yıllarını Beylerbeyi Sarayı’nda hapsedilmiş ola- rak geçiren ve yaşamı orada noktalanan Osmanlı’nın 34. Padişahı. Kurgumuz ise o sürede kendi kendine bir vicdan muhase- besi yapmış olabileceği. Bu vicdan muha- rebesini de iki farklı kişiliğinin karşı kar- şıya gelerek yapabilir diye düşünüyorum. Alırsınız keskin bir kılıcı elinize, koca bir karpuzu ortadan bölercesine dimdik in- dirir, iki kişi elde edersiniz. İşte bana göre biri ak diğeri kara diyen bu iki kişi Abdül ve Hamid. Yani siz Abdülhamid’de psikolojik bir arazı olduğundan mı söz ediyorsunuz? Kitabın ön sözünde de yazdığım gibi hiçbir şekilde alanım olmamasına rağmen acaba Abdülhamid’in arazı ‘dissosiyatif kimlik bozukluğu’, diğer bir deyişle ‘çoğul kişilik’ olabilir mi diye sormaktan kendimi alama- dım elbette. Hatta niye bir psikiyatristin bugüne kadar Abdülhamid konusunda ça- lışmadığına da hayret ediyorum. Örneğin doktorlarının her gün tuttuğu notlar var. Yani bilim adamlarının rahatlıkla kullana- bileceklerini düşündüğüm bir sürü belgeyi inceledim bu çalışmayı yaparken. Çok yoğun bir diplomasi hayatınız olmuş. Başta HABITAT olmak üzere pek çok uluslararası kongreye imza atmışsınız. Ama bunların tümünün yanı sıra TRT Radyosu ve Arkası Yarın programlarında yayınlanan 50’den fazla özgün, çeviri ve uyarlama oyununuz var. Bir süredir ise artık tümüyle hayatınızı yazarak ve okuyarak geçiriyorsunuz. İyi ki zamanımı sadece bu işe ayırdım diyor musunuz? Elbette, çok iyi yaptım. Artık Bodrum’da yaşıyorum ve tümüyle yazarak geçiriyo- rum zamanımı. Altı senede iki kitap, iki müzikal, üç tiyatro oyunu ve iki film senar- yosu yazdım. Eh epey üretken geçmiş öyle değil mi? Hayatınızda sanat hep ağır basmış. Peki ama neden bu alanda eğitim almak yerine diplomat oldunuz? Bizim dönemimizde en önemli meslek- ler doktorluk, diplomatlık, mühendislik ve mimarlıktı. Aileler çocuklarını hep bu mesleklere yönlendirmeye çalışıyorlardı. Bu durumdan ben de nasibimi aldım tabii. Beni diplomasiye doğru yönlendiren ailem oldu. Fakat lise yıllarımda İngiltere’de oku- ma fırsatı buldum. Orada tiyatroya büyük ilgi duydum. Daha o yıllarda yazmaya baş- ladım. Döndükten sonra ‘diplomat değil ti- yatrocu olmak istiyorum’ dediğimde ise bir dayak yemediğim kaldı. İçimdeki o aşk öyle büyüktü ki yazmayı hiç bırakmadım. 20 yıl- lık iş hayatımın ardından artık zamanımın tümünü yazmaya adadım. Ama malum yaş ilerledi, oysa benim yazacak daha çok şe- yim var. İkinci baskısı yapılan ‘Bir de Bizden Dinleyin’ nasıl doğdu? 12 sefireden anekdotlar var bu kitap- ta. Aslında tümüyle onlardan gelen bir taleple bu kitap doğdu. Kitapta- ki sefirelerin büyük çoğunluğu benim arkadaşım. Bir gün bunlardan ikisi, eşlerinin mesleklerinden dolayı farklı ülkelerde görev yaparken başların- dan geçenleri insanlara anlatmak istediklerinden bahsettiler. Ben de onları yazmaları konusunda cesaret- lendirdim ve bu kitabın editörlüğünü üstlendim. Büyük ilgiyle okundu, bir süre önce ikinci baskısı yapıldı. NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2018 NG 15
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy NzI1MDQ=